İnançlı olursa dürüst olmasına gerek yok mu?

Kadir Has Üniversitesi üç büyükşehirde seçmenlere belediye başkanı olacak kişide en çok hangi özellikleri aradıklarını sormuş.

“Çalışkan” mı olsun; “İnançlı Müslüman” mı olsun; “Dürüst ve namuslu” mu olsun…

Ankara ve İzmir’de seçmenler çalışkan ve dürüst olmayı ilk sıralara yerleştirirken, İstanbul’da birinci sırayı “İnançlı Müslüman” olmak almış.

İstanbul, Türkiye’nin bir aynası ise eğer, bu tablo içine sıkıştığımız “kimlik” açmazını gözler önüne seriyor demektir.

Yani, bir kısım seçmen, belediye gibi, doğrudan doğruya hizmet aldığı kurumlar da bile, seçecekleri kişinin ideolojik, dini vd kimliğini, onun kişisel vasıflarından, yeteneklerinden, vaat ettiklerinden çok daha fazla önemsiyor…

İyimser bir bakışla, “dindar olanın aynı zamanda çalışkan ve dürüst olduğunu” da varsayıyor olabilirler denebilir tabi…

Soruların tam olarak nasıl sorulduğunu bilmiyoruz.

Ama eğer, sorular, basitçe, bu özelliklerden birini seç diyerek sorulmuşsa ve sonuç buysa, ülke adına kaygı verici bir durumla karşı karşıyayız demektir.

Bu anket, doğru olduğu oranda, ülkemiz insanının ciddi bir kesiminin “kimlik siyasetinin” esareti altında yaşadığını gösteriyor.

Seçecekleri kişinin, iyi, dürüst, çalışkan olmasından çok dindar olmasını istiyorlar…

Bir yaşam biçimi, hayatta aranan konforun, daha rahat yaşamak istemenin önüne geçiyor demek ki…

Bu tabi aynı zamanda, kendinden farklı olanla birlikte yaşama iradesinin de ne kadar zayıfladığını gösteriyor.

Siz, sizden farklı olanları da kendinizle eşit vatandaşlar olarak görüyorsanız eğer, seçeceğiniz kişinin inancını, etnisitesini, kimliksel aidatlarını pek de umursamazsınız…

Sizden farklı olan da, en az sizin kadar bu ülkenin vatandaşıdır çünkü…

Size hizmet veriyor mu ona bakarsınız.

Ama, seçeceğiniz kişinin inanç ve ideolojisi, mahallenizden çöplerin toplanmasının, yağmur yağdığında sele kapılmamanın, işinize trafikte rahat rahat gitmenin önüne geçiyorsa eğer, kendinizle başkaları arasına ördüğünüz duvarlar çok yükselmiş demektir.

Eğer durum buysa, insanlar kentlerin, semtlerin, mahallelerin ortasından yükselen görünmez duvarlarla birbirlerinden ayrılmıştır.

Hayat, başka insanların farklı renklerinden, farklı seslerinden beslenilen, bunlardan haz alınan keyifli bir akış olmaktan çıkmış; ya sizin diğer mahalleyi, ya da diğerlerinin sizin mahallenizi istila edecekleri ürkütücü bir kavgaya dönüşmüştür.

Türkiye’de siyaset yapan herkesin bu tabloya iyi bakması gerekiyor.

Nasıl buraya geldik? Bu duvarlar nasıl yıkılır? Kimlik siyasetinin tuzaklarından bu ülke nasıl çıkarılır, bütün bunlar üzerine iyice kafa yormak gerekir.

Sizce siyaset yapanlar bunların üzerine kafa yoruyor mu?

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir