Trump soruşturması bize neyi anlatıyor?

ABD’nin önceki dönem başkan yardımcısı John Biden’e, öteden beri bir sempati duyagelmişimdir.

Bu sempati, Biden’in herhangi bir yeteneği ya da başarısından ileri gelmiyor.

Yaşadığı trajediler ve bu trajedileri anlatma biçimiydi beni etkileyen…

Biden’in bir kızı daha bebekken, annesiyle birlikte geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetmiş.

Yani eşini ve bebeğini, trafik canavarına kurban vermiş bir insandan söz ediyoruz.

Daha sonra, yine ilk evliliğinden olan diğer oğlu beyin kanseri sonucu ölmüş.

Hayatın sillesini fena yemiş bir insan Biden.

Ben onu hep bu acılardan bilgelik devşirmiş bir insan olarak görmüştüm.

Çocuklarını kaybettikten sonra neler hissettiğini, nasıl yaşadığını anlattığı söyleşileri yüreğimde derin bir yerlere dokunmuştu.

***

Yakın zamanda ise, 2018 yılındaki bir konferansta Ukrayna’da faaliyet gösteren bir şirketin yöneticiliğini yapan oğlunu nasıl koruduğuyla övündüğünü gösteren bir video internette dolaşmaya başladı.

“Ukrayna devlet başkanını aradım ve ona hemen o savcıyı kovacaksın dedim” diyor bu videoda…

Bahsettiği telefon konuşması sırasında kendisi ABD başkan yardımcısı. Savcı da Biden’in oğlunun yönettiği şirketin de içinde olduğu bir yolsuzluk soruşturmasını yöneten savcı…

Oğlu Hunter, ilk evliliğinden tek sağ kalan oğlu.

Onu bir beladan kurtarmak istemesi doğal ama başkan yardımcısı olarak gücünü bu şekilde kullanmasını ve bununla kamuoyu önünde övünmesini yadırgadım doğrusu.

***

İşte bu olayların bugün ABD başkanı Trump’un soruşturulmasını ve başkanlıktan azledilmesi ihtimalini ortaya koyan gelişmelerle yakından alakası var.

John Biden, 2020’de yapılacak seçimlerde Trump’un muhtemel rakibi.

Trump, bu rakibin önünü daha şimdiden kesmek için Ukrayna devlet başkanı Volodymyr Zelendskiy’i telefonla arıyor.

Zeledenkiy’i Trump’ı müthiş bir şekilde yağlıyor bu telefon konuşması sırasında.

Trump da ondan “bir kıyak” (“a favor”) yapmasını istiyor.

İstediği kıyak da, John Biden’in oğlunun yönettiği şirketin tekrar soruşturulması…

İşte, bu telefon görüşmesi bir CIA ajanı tarafından kamuoyuna sızdırılıyor ve ondan sonra kıyamet kopuyor.

Trump’un iktidarını suiistimal edip, konumunu kullanarak, siyasî rakibini yıpratmak için yabancı bir devlet başkanı üzerinde nüfuz kullandığı söyleniyor.

***

Uluslararası kamuoyuna yansıyan tüm bilgiler doğruysa, hem Biden’in hem de Trump’un yaptıkları ciddi anlamda sorunlu işler.

Trump’ın soruşturulması mümkün olacak mı, bu soruşturma, başkanlığı kaybetmesiyle sonuçlanır mı bu soruların kesin cevapları zamanla görülecek.

Ama benim kanım odur ki, büyük olasılıkla Trump bu işten kârlı çıkacak.

Kamuoyu araştırmaları, soruşturma gündeme gelir gelmez Trum’un görev onayının yükselmeye başladığını gösteriyor.

Amerika seçimlere giderken, Trump yönetiminin hatalarını değil, ona karşı yürütülen soruşturmanın haklı olup olmadığını tartışıyor olacak.

Trump’un kusurları kendi seçmeninin gözünde görünmez hâle gelecek…

Trump yeniden kendisini Amerikan siyasî elitlerinin mağduru olarak sunacak.

***
Maalesef Amerika’nın dünyadaki merkezî rolü nedeniyle, oradaki bütün gelişmeler bütün dünya vatandaşlarını yakından ilgilendirdiği için, hepimiz merakla olup bitenleri izlemeye devam edeceğiz.

Aslında, Trump’ın soruşturulmasının gündeme gelmesiyle beraber, Amerikan medyasında öyle ateşli bir tartışma başladı ki, bu tartışmalardan feyz almamak mümkün değil.

Çünkü bu tartışmalarda sadece Trump değil, dünyadaki popülizm dalgası ve popülist liderlerin özellikleri de gündeme geliyor.

Söyledikleri laflar biz Türkiyeli insanlara çok tanıdık gelecek nitelikte…

***

Bakın, Washington Post’dan Philip Rucker, ne söylüyor: “Mağduriyet her zaman Trump’ın kimliğinin merkezinde yer almıştır… İşte bu duygusal tutkaldır ki Trump’ı sağın yakınmacı siyasetine bağlar. Trump’ın tabandaki pek çok destekçisi, tıpkı onun gibi kendilerini elitler tarafından baskı altına alınmış ve dışlanmış hissettikleri için başkana ilişkin korumacı bir hissiyat geliştirdiklerini ifade etmişlerdir”.

Bu sözler size tanıdık geldi mi?

Sosyal psikoloji ne ilginç değil mi? Trump gibi doğduğu günden beri zenginlik içinde yüzmüş, bir eli yağda bir eli balda bir adam, Amerikan toplumu tarafından “elitlerin mağduru” olarak görülebiliyor.

Trump’a ilişkin başka bir değerlendirme bu kez New York Times yazarı Mark Landler’den geliyor: “…kavgacı tarz Trump’ın kolayına geliyor. Arkadaşları ve eski yardımcıları onun çatışmadan beslendiğini, …en başarılı olduğu anların rakipleriyle didiştiği zamanlar olduğunu söylüyorlar.”

Sanırım bu sözler de tanıdık geldi.

Aşağıda New York Times’dan Fareed Zakaria’nın tespitlerine daha geniş yer vereceğim, çünkü söyledikleri oldukça düşündürücü:

“Pek çok akademisyen ve yazar ‘demokratik gerilemeyi’ not ettiler ama bunun neden bu kadar çok yerde birden meydana geldiği açıklığa kavuşturulmuş değil. Roberto Stefan Foa ve Yascha Mounk, zorba yöneticilere düşkünlüğün bütün dünya çağında arttığını gösteren bilgileri derlediler. 1995 ve 2014 arası yıllarda “Parlamento ve seçimleri kendine dert etmeyecek güçlü bir lider” görmek isteyenlerin sayısında büyük bir artış olduğu görülüyor. Bunu isteyenlerin sayısı ABD’de yüzde 10’a, İspanya ve Güney Kore’de neredeyse yüzde 20’lere, Rusya ve Güney Afrika’da ise yüzde 25’lere kadar yükselmiştir. Peki bu neden oluyor? Yapabildiğim en iyi tahmin, büyük değişikliklerin olduğu…bir dünyada yaşıyor olmamız ve bu hızlı dönüşümlerin insanları güvensiz ve kaygılı bir hale getirdiğine ilişkindir. İşte bu insanlar, var olan kurumların, elitlerin ve yerleşik ideolojilerin kendilerine pek de hizmet etmediğine inanıyorlar…Dolayısıyla da, korkularıyla oynayan, daima bir günah keçisi bulup çıkaran ve onlar adına sonuç alıcı eylemlerde bulunmayı vaat eden popülist liderleri desteklemeye açık bir hale geliyorlar. Ve işte bu, hepimizin takımın bir parçası olduğunu ve daima bizim takımın haklı olduğunu söyleyen kabile siyasetinin yükselişidir. Kabilecilik, kurumların, kuralların ve hukuk devletinin düşmanıdır…”

***

Kabilecilik…
Cemaatçilik…
Milliyetçilik…

Yani hep “bizim” haklı hep başkalarının “haksız olduğu bir dünya.

Ne yaparsak yapalım, yanlış hep başkalarına ait.

Artık mukadderat hâline gelmiş büyük ve yıkıcı bir depremi bekleyen İstanbul’da, kentsel dönüşümü gerçekten ihtiyacı olan hiçbir yerde değil ama rant getirecek yerlerde yapan; insanların depremden sonra toplanacakları alanlara AVM’lere çeviren zihniyet.

İşte tam da bu kabileci zihniyet değil midir? Her zaman, haklı, her zaman mağdur, her zaman mağrur…

Eh işte, Amerika’da da aynı zihniyet iktidarda.