Westworld diye harikulâde bir bilimkurgu dizisi var.
Bu dizide, olaylar olağanüstü büyüklükte bir eğlence parkında geçiyor.
Eğlence parkı Vahşi Batı temasıyla inşa edilmiş.
Serüven meraklıları, bu parka gelip kovboy oluyorlar; kavga ediyorlar, silahla çatışıyorlar, geneleve gidiyorlar…
Her nereye giderlerse gitsinler, karşılaştıkları insanlar birer android aslında.
Ama bunlar o kadar iyi tasarlanmış androidler ki, onlarla muhatap olan herkes gerçek birer insan olduklarını zannediyor.
Filmi izlerken, bazılarının insan mı android mi olduklarını biz izleyiciler de anlayamıyoruz.
Hattâ bazıları, misafirler için kurulmuş bu sahte dünyanın arkasında da görünüyorlar; inanılmaz derecede sofistike işleri yapıyorlar.
İşte o müthiş sofistike androidlerden birisi de Bernard.
Medeniyet ve bilimin timsâli gibi görünen Bernard, parkın kurucusu Robert’in birkaç “sihirli” sözcüğüyle, müthiş itaatkâr bir cellada dönüşüyor ve bir kadını yumruklayarak öldürdüğüne tanık oluyoruz.
Birkaç sihirli sözcükle, ilk önce, yüzünde bir karmaşa, ardından, görevine programlanmış bir androidin boş bakışları beliriyor gözlerinde…
O sihirli sözleri duyuncaya kadar, kendi kararlarını alan, kendi sözleri olan bir bireyken, kelimeler onu gerçek özüne dönüştürüyor.
Suriye harekâtından birkaç gün önce, Türkiye’nin ulusalcı kesimlerinin kelâmlarına bakın, sonra da, harekât başlar başlamaz neler söylemişler, neler yazmışlar, bir karşılaştırın
Harekâttan önce, onları hükümeti korkunç sivri bir dille eleştirirken görüyoruz.
Ama harekât, tıpkı Bernard’a söylenen o sihirli sözler gibi, onların bütün konuşma biçimlerini, ifadelerini, sözlerini değiştiriveriyor.
Üç gün önce, Erdoğan’ın her yaptığıyla alay eden, “şunda şunda yanıldığını söyledin, bu sefer yanıldığını söylemeyeceğini nereden bilelim” diye, her şeye karşı çıkanlar, söz konusu olan Suriye operasyonu olunca bir yanılma payı göremiyorlar.
“Hep aldatıldığını söyledin, bu seferde aldatıldığını söylemeyeceğini nereden bilelim” diye her konuda eleştiri getirenler, bu defa da bir aldatılma hikâyesinden söz edilebileceğini düşünmüyorlar.
Meselâ, dakikada bir görüş değiştiren Trump’ın, yarın, dokunulmazlığının kaldırılmasına yönelik soruşturmanın da baskısıyla, bambaşka bir pozisyon alıp, Türkiye’yi müthiş sıkıştırabileceğini, bunun ardından da iktidarın “Trump bizi aldattı” diyebileceğini hiç hesaba katmıyorlar.
CHP’ye de bir bakın hele…
Bırakın uluslararası hukuku, bırakın insan hakları konusundaki kaygıları, sadece soğuk bir “ulusal çıkar” hesabı bile yapamıyor…
Suriye harekâtı sonrasında bölgede kurulacak tampon bölgeyi, buraya milyonlarca mültecinin gönderilmesi planlarını, “gerçekten bunlar olabilir mi”, “bunlar gerçekçi hedefler mi?” diye sorgulamaya bile korkuyorlar.
Milliyetçi hamâset söz konusu olduğunda, herkes Westworld’un Bernard’ına dönüşüyor.
Bir dakika önce ne yapıyor olursa olsun, sihirli sözleri duyunca, muhakeme yeteneği tamamen ortadan kalkıyor ve iktidar ne hedefi göstermişse gözünü kırpmadan oraya yürüyor.
Erdoğan’ın her şeyi ama her şeyi kendi iktidarını sürdürmek için yaptığını söyleyen sözde muhalifler, Suriye’ye yapılacak müdahalenin bir anda inanılmaz yakıcı ve acil bir konu haline gelmesiyle, iktidarın Türkiye’de sıkıştığı pozisyon arasında bir nedensellik ilişkisi var mı acaba diye bakmıyorlar.
İktidarın Suriye planlarını, milliyetçi hamasetin yarattığı duyguları bir kenara koyup, kelime kelime dinlediğinizde ne duyorsunuz?
Suriye sınırları içinde milyonluk şehirler kurulacak!
Türkiye’deki Suriyeli mülteciler buralara yerleştirilecek!
E peki bu mülteciler, “ben Halepliyim”, “ben Şamlıyım”, ne işim var benim Resulayn’da falan gibi şeyler derlerse ne olacak?
Zorla mı götüreceksiniz insanları oraya?
Götürdüklerinizin güvenliğini nasıl sağlayacaksınız?
Türkiye’nin “güvenli bölge” yapacağı yerlerde yaşayan milyonlarca insana ne olacak?
Onlar buharlaşıp yok mu olacak?
Diyelim burada güvenli bölgeyi kurdunuz, silahlı çatışmalar bitecek mi?
Bu yerleşim yerlerine gönderdiğiniz Suriyelilerin can güvenliğini sağlamak için sonsuza kadar orada asker mi bulunduracaksınız?
Şimdi, Amerika bölgede geriliyor diye ses çıkarmayan Rusya yarın tavır değiştirdiğinde ne olacak?
Türk askerinin operasyon yapacağı yer olarak bahsedilen topraklar, en az üç İstanbul büyüklüğünde, bu kadar muazzam bir bölgede askerî olarak var olmanın ekonomik maliyetini bu ülke ne kadar süre taşıyabilir?
Uluslararası hukuk ve insan hakları açısından doğan sorunlara ilişkin bir tek soru bile sormadım daha…
Muhalefet, “ulusal çıkarlar” açısından bile soru sormayı bir kenara bıraktığı için, insan hakları ve hukuk açısından yapılabilecek tartışmalar da daha şimdiden kriminalize edildi.
Sadece arkasında iktidar gücü bulunanların konuşabildiği bir ortam var Türkiye’de.
İşte o yüzden, “hukuk” falan deyince sadece Barolar Birliği başkanının sesi duyuluyor.
Feyzioğlu, “Eğer silahlı güçler sivilleri kalkan yapıyorsa saldırıya uğrayan devlet sivilleri korumak zorunda değildir” gibi insanı dumura uğratan şeyler söyleyebiliyor.
Karşındaki güç sivilleri önüne kalkan olarak koymuşsa, ateş et gitsin diyor Barolar Birliği başkanı.
Yani sivillerin öldürülmesine cevaz veriyor…
Hâl böyleyse, YPG’nin Türkiye’nin içine hedef gözetmeden fırlattığı füzeleri nasıl eleştirebilirsiniz sayın Feyzioğlu?
Silahlı çatışmalarda, durum ne olursa olsun, çatışan tarafların dışındakilerin kasten hedef alınıp öldürülmesi Cenevre Sözleşmelerine göre suçtur.
Sivilleri hedef alıp öldürme işini YPG yapıyorsa da suçtur; bunu Türk Silahlı Kuvvetleri veya birlikte hareket ettiği milisler yapıyorsa da suçtur.
Ama şu anda Türkiye’de milliyetçi hamasetin dışında çıkıp bir şeyler söyleyebilmek, sesinizi duyurabilmek çok güç.
O yüzden bugün atılan adımların yarın büyük yıkımlar getirilebileceğini söylenemiyor.
Ancak o yıkımlar gerçekleştikten sonra, yıkıntıların içinde oturup konuşabileceğiz, ama çok geç olacak.