Hrant Dink’ten Sezgin Tanrıkulu’na 301

Bir zamanlar oldukça meşhur ve revaçta idi Ceza Kanununun 301. maddesi.

Gazeteciler, yazarlar, tek tek adliye koridorlarında görünüyor, onları bekleyen bindirilmiş kıtaların hakaret ve tükürük yağmuruna maruz kalıyorlardı.

Çünkü onlar, “Türklüğe”, “devlete” hakaret etmişlerdi…

Benim hatırladığım, Orhan Pamuk’tan Perihan Mağden’e, Murat Belge’den Elif Şafak’a kadar pek çok insan bu acılı süreçleri bizzat tecrübe ettiler.

O yıllarda 301’in son kurbanı Hrant Dink’ti.

O bu maddeden mahkûm edilmenin bedelini hayatıyla ödedi.

Bir Ermeni’nin göğsüne “Türklüğe hakaret etmiştir” diye bir yafta asılması, ölüm cezasına çarptırılmak gibi bir şeydi. Nitekim öyle oldu. Yargılanması ve mahkûm edilmesi onu hedef hâline getirdi.

Üstelik bu, Hrant’ın 301’den ilk soruşturulması da değildi.

Hrant 301’le ilk olarak 2002 yılında Urfa’da yaptığı bir konuşmanın ardından tanıştı.

Bu konuşmada “ben Türkiyeli bir Ermeniyim” demişti.

İşte kendini bu şekilde Ermeni olarak tarif etmesi, Türklüğe hakaret olarak görüldü ve soruşturma başlatıldı.

İkinci soruşturma, Hrant’ın Agos’ta Ermeni diasporasına yönelik yazı dizisinden cımbızlanarak alınan, müthiş bir çarpıtmaya uğratılan bir cümlesi üzerine başlatıldı.

Bu yazı dizisinde Hrant Diaspora Ermenilerini Türk nefretinden kurtulmaya çağırıyordu, Türkten, (yani Türk nefretinden) boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak “temiz kan”dan söz ediyordu.

Yazının bütünlüğünü okuduğunuzda ne demek istediği son derece açıktı. Nitekim mahkemenin müracaatta bulunduğu bilirkişiler de yazıların bütününü göz önüne almış, “burada Türklüğe, Türklere bir hakaret yok” demişlerdi.

Bilirkişi raporuna rağmen savcı mahkûm edilmesini istedi ve mahkûm oldu.

Yargıtay Başsavcılığı adına sunduğu mütalaada Ömer Faruk Eminağaoğlu da Hrant’ın sözlerinin çarpıtıldığını, doğru bir okuma hâlinde bir hakaret görülemeyeceğini söylüyordu.

Bütün bunlara rağmen, Hrant’ın 301’den mahkûmiyeti Yargıtay tarafından da onandı…

Bu ülkeyi belki de herkesten daha iyi tanıyan Hrant, bu mahkûmiyetin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu.

“Ruh hâlimin güvercin tedirginliği” başlıklı, insanın içine dokunan o muazzam yazısında, ( http://bianet.org/bianet/bianet/90462-ruh-halimin-guvercin-tedirginligi ) 301 mahkûmiyetinin ardından tehdit ve hakaretlerin nasıl sağanak gibi yağmaya başladığını anlatıyordu.

Bu tehditler, Agos’un önünde ensesinden sıkılan o kalleş kurşun onu aramızdan alıncaya kadar sürdü…

Hrant’ın öldürülmesi 301. madde üzerine büyük bir tartışma başlattı.

AB’nin de büyük baskısıyla, madde revize edildi…

“Türklük” yerine “Türk ulusu” denildi; “Cumhuriyet” yerine “Türkiye Cumhuriyeti” denildi.

Güya, bu maddenin çok soyut olduğu yönündeki eleştirilere yanıt verilmiş, maddedeki kavramlar, daha “somut” hâle getirilmişti.

Bir de bu maddeden soruşturulma yürütülmesi konusunda savcıların Adalet Bakanlığından izin almaları yönünde bir kural getirildi.

Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra, bu maddedeki değişiklikleri inceleyen AİHM, muğlaklığın giderilmediğini, “siyasi iradede bir değişiklik” olması hâlinde “Adalet bakanlığının izni” şartının hiçbir hükmünün kalmayacağını söyledi.

Yine Taner Akçam’ın Ermeni soykırımı üzerine söylediği sözler üzerine ona karşı yürütülen soruşturma da AİHM’ye taşındı.

AİHM Taner Akçam davasında 301 konusundaki içtihadını daha da net bir hâle getirdi.

Mealen söylediği şudur: İfade hürriyetine müdahale etmek için ilk kural, bu konuda bir yasa hükmünün bulunmasıdır. Ama bu yasa aynı zamanda belli bazı özelliklere sahip olmalıdır. Bir kere yasa onu okuyan kişinin davranışlarının sonuçlarını öngörmesine izin verecek kadar net olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Türk yargısının 301’inci maddeyi yorumlama biçimi öngörülebilirliği tamamen ortadan kaldırır niteliktedir. Çünkü, devlete veya Türk milletine açık bir hakaretten ziyade, rahatsız edici düşünceler bu madde altında cezalandırılmaktadır.

AİHM’nin bu kararlarından sonra uzun bir sessizlik dönemi oldu.

Adalet Bakanları 301. madde altında önlerine gelen soruşturma izin taleplerine uzun bir süre olumlu yanıt vermediler.

Ta ki bir iki sene öncesine kadar…

2017’den itibaren 301 yine “çatlak” sesleri bastırmak için kullanılmaya başlandı.
Diyarbakır Barosu, İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi ve HDP milletvekili Garo Paylan, çeşitli söz ve demeçleri nedeniyle bu maddeden soruşturulmaya başladılar.

Suriye’ye gerçekleştirilen askerî müdahalenin ardından ise, 301 soruşturmaları adeta bir patlama gösterdi.

Kamuoyu önünde en bilineni, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’na yönelik olarak yürütülen soruşturma.

Tanrıkulu’nun Suriye operasyonuna yönelik eleştirel sözleri “devlete hakaret” olarak değerlendirilmiş.

Bu soruşturmayı açanlar  AİHM’nin Hrant Dink ve Taner Akçam kararlarında 301’e ilişkin yaptığı tespitlerden haberdar değil midir?

Henüz Adalet Bakanlığı’nın soruşturma için onayı alınmadan, Tanrıkulu hakkında böyle bir soruşturma yürütüldüğünün kamuoyuna duyurulmasının amacı nedir?

Bu soruşturmayı yürütenlerin, AİHM’nin Dink ve Akçam kararlarından, bu kararlarda, 301. madde bizim anladığımız anlamda yasallık kriterini karşılamıyor tespitinde bulunduğundan haberleri yok mudur?

Sezgin Tanrıkulu’nun durduğu yeri anlatmayı bile zül sayarım.

O her dünya görüşünden, her kesimden zulme uğrayan insanların sesi oldu.

Ama, fakat, demeden haksızlığa uğrayan herkesin yanındaydı.

Yarın iktidar çekip gittiğinde, bu iktidarın mensupları haksızlığa uğradığında da onların yanında olacağına eminim.

Ama onun Suriye operasyonuna insan hakları ve hukuk açısından getirdiği eleştiriler, tıpkı Hrant’a yapıldığı gibi, kasten çarpıtılıyor, bile bile yanlış anlaşılmak isteniyor gibi görünüyor.

Adalet Bakanlığı, yargı reform paketinde yargıçlara “AİHM kararlarına uyun” derken, AİHM kararlarına apaçık bir şekilde aykırı olan bu soruşturmaya izin verecek midir?

Ortada bir yargı reformu gerçekten varsa, bu 301 soruşturmaları nedir?