Nadia’nın çığlığı

Onu en son Amerikan Başkanı Trump’ın yanı başında gördüm.

Trump’a halkının yaşadığı acıları ve bugünkü durumu anlatmaya çalışıyordu.

Bütün kibirli cahil insanlarda var olan, her şeyi bildiğini, anladığını zannetme yönündeki sayrılı özgüven Trump’ın üzerinde fazlasıyla mevcuttu tabii.

Bölgeyi çok iyi bildiğini söylüyordu yanı başında ayakta duran kadına.

Sonra da, ona neden “Nobel ödülü” aldığını soruyordu…

“Bu inanılmaz” diye de ekliyordu sonunda.

Trump, Nadia Murad’ın The Last Girl (Türkçeye de “Son Kız” başlığıyla çevrildi) isimli

kitabını okusaydı eğer, sanırım onunla asla öyle konuşamazdı.

Asla ona böyle tepeden bakamazdı.

Nadia ayakta dururken, öyle rahat bir şekilde koltuğunda oturamazdı.

***

Gerçekten The Last Girl’ü okuyuncaya kadar, Nadia’nın Nobel Barış Ödülünü neden aldığını ben de tam olarak bilmiyordum.

Nobel ödülü jürisinin, anlamlı bir jest yaptığını, IŞİD’in esir tuttuğu bir kadının nezdinde

Ezidi mağdurları onurlandırdığını düşünüyordum.

Halbuki, kitabı okuyunca, Nadia’nın değil bir, binlerce Nobel’i hak ettiğini düşündüm.

Kitabı okuduğumda, içimde ona karşı o kadar büyük bir saygı ve hayranlık uyandı ki, bunu tam olarak kelimelere dökebilmem imkânsız.

Bunu ancak Nadia’nın hikayesini, onun anlatımından dinlediğinizde anlayabilirsiniz…

***

Bir insanın nasıl horlandığını, nasıl aşağılandığını, nasıl korktuğunu, nasıl çaresiz olduğunu anlatırken ve onu kaçıranların amacı, tam da bunlarken; ondan onurunu, haysiyetini, insanlığını çalmaya çalıştıklarını görürken, Nadia bize öyle yürekten sesleniyor ki, ona bütün bu aşağılık işleri yapanlar, küçücük iğrenç mahlukatlara dönüşürken, o gözümüzde yükseliyor, insanlık onurunun bir timsaline dönüşüyor.

Kendinden bir kahraman yaratmaya çalışmıyor asla…

Aksine, tecavüzcülerine direnen, hattâ intihar eden diğer Ezidi kadınlara nasıl gıptayla baktığını anlatıyor.

Nasıl ezildiğini, nasıl kırıldığını, nasıl parçalara bölündüğünü anlatıyor bizlere…

Bütün bunları o kadar içten, o kadar insanca anlatıyor ki, onun nezdinde, insanlık onuru denen şeye korkunç bir saygı uyanıyor içinizde.

***

Trump, Nadia’nın anılarını okusa, asla öyle kayıtsız, öyle ukala bir şekilde oturamazdı.

Onun çığlığını duysa o aptalca soruları soramazdı…

Peki bizler Nadia’nın çığlığını duyduk mu?

İnsanlık Nadia’yı duydu mu?

Müslüman âlem Nadia’nın hikâyesini duydu mu?

Kalbinde hissetti mi?

En küçük bir olayda, dine hakaret algılayan Müslümanlar, Nadia’ya din adına yapılanların, inançlarına bugüne kadar yapılmış en büyük hakaret olduğunu telaffuz ettiler mi?

***

Nadia, Kuzey Irak’taki Sincar’daki küçük köyü Koço’dan kaçırıldığında henüz 19 yaşındaydı.

Ama kaçırılan kızlar arasında 10 yaşında olanlar da vardı.

Koltuk altlarında kıl çıkmışsa, IŞİD bu kızların ırzına geçilebileceğini kabul ediyor.

Koço’yu günlerce kuşatıyor, Ezidileri, Müslüman olun ya da sizi dağa göndereceğiz diye kandırıyorlar.

Ama sonradan her şeyin bu köyün insanlarının dirençlerini kırmak için hazırlanmış, ince ince planlanmış bir tuzak olduğu anlaşılıyor.

***

İlk önce köyün erkeklerini pikaplara doldurup, en yakın hendeklerin önünde hunharca öldürüyorlar.

Sonra, kızları kaçırıyorlar; her şey onların din diye inandıkları kurallara uygun…

Korkunç bir katliama tanık olduktan, sevdikleri insanların hunharca öldürüldüğünü öğrendikten sonra, bu kızlar, köle olarak verildikleri her erkek militanın tecavüzüne uğruyorlar.

Onlara “sabiya” deniyor, seks kölesi olarak, Musul’da mahkemelerde kayıtları tutuluyor; el değiştirmeleri resmî işlemlerle yapılıyor.

***

Biz de Nadia ile beraber, Musul’da, IŞİD’in merkezlerine, köleleri satın alanların evlerine giriyoruz.

Nadia, hep aynı soruları soruyor:

Peki bütün bunlar olup biterken, Musul’da, Rakka’da sıradan insanlar ne yapıyor?

Sıradan Müslümanlar bütün bu olup bitenleri nasıl açıklıyor?

Nadia, köle olarak götürüldüğü evde annesi yaşında bir kadını görünce, onun da bir anne olduğunu, kendisine acıyabileceğini düşünüyor; onun kendisine insan gibi dokunduğunu  hayal ediyor; ama sonuçta onu köle olarak gören ve o evde tecavüze uğramasını normal bulan bir kadın buluyor karşısında.

***

Bundan tam beş yıl önce, IŞİD, sırf semavi bir dine inanmıyorlar diye, binlerce Ezidi’yi hunharca katletti.

6000 kadın ve çocuğu kaçırdı. Onları seks kölesi yaptı.

Bu insanların nasıl aç susuz Sincar dağlarını aşıp sınırlarımıza dayandıklarını hepimiz hatırlıyoruz.

Yaşadıkları bu korkunç travmalara rağmen, sıradan mülteciler gibi muamele gördüler, bir soykırımdan kaçtıklarının anlaşıldığını gösteren hiçbir söz, hiçbir davranış ben göremedim şahsen.

***

Kürt belediyeleri sağolsunlar bu insanlara sahip çıktılar.

Ama zaman zaman Ezidilerden Kürtler gibi hissedip, Kürtler gibi yaşamaları istendi.

Sonra kayyumlar işbaşına gelince, bu insanların yaşadıkları travmalara ve sahip oldukları derin korkulara hiçbir şekilde bakılmadan Müslüman mültecilerle aynı kamplara koyuldular.

***

Geçen gün, bir röportaj okudum, Türkiyeli bir Ezidi, bu halka ilişkin çok yararlı bilgiler verdikten sonra, bir yerde Ezidi’lerin Kürt olduklarını; Nadia Murad’ın, Ezidileri ayrı bir halk olarak tanımlamasının, onun maruz kaldığı propagandanın bir sonucu olduğunu söylüyordu.

Halbuki, Nadia’nın yazdıklarını okusa, onun hiç kimsenin propagandasının etkisinin altında kalmayacak kadar farkındalığı yüksek birisi olduğunu görürdü.

Ezidi kadınlar, Kürt oldukları için değil, farklı bir inanca mensup oldukları için “seks kölesi” haline getirildi ve Ezidiler insanlığa karşı suçların kurbanları oldular.

İnsanların kendilerini tanımlama özgürlüğüne saygı duymak, özgür ve eşit bir toplumu kurmanın ilk adımıdır.

***

Ezidilerin başlarına gelen bir soykırımdı.

IŞİD’in elinde, bu insanlara karşı her adımda insanlığa karşı suçlar işlendi.

İlk olarak bunun adının konulması gerekiyor.

Bu soykırımın kurbanları, kendilerine bunları yapanların Uluslararası Ceza Mahkemesi önünde hesap verdiğini görmeyi hakkediyorlar.

20. yüzyılın uygar ulusları Ezidilere karşı bu borcun altındadır.

Ancak bunun gerçekleştirilmesinden sonra, Nadia’nın çığlının duyulduğundan söz edebiliriz.