Barış Akademisyenleri ve bin beter durumlar

Beterin hep beteri vardı…

Sanırım bu günleri bu sözlerle anacağız.

Ne zaman kötü bir durumdan söz edecek olsak, daha kötüsü gözümüzün içine sokuluyor.

Sanki, en beteri gösterip, beter olan duruma da boyun eğmemiz isteniyor.

Zaten hepimiz farkında olmadan bunu yapıyoruz.

Bir tweet attı, bir yazı yazdı, bir bildiri imzaladı diye başına bir şey gelenler, hep daha beterinin de olduğunu görüyorlar.

Bunları yapıp, hakkında bir soruşturma açılan, gözaltına alınmadığı için hâline şükrediyor.

Gözaltına alınan, cezaevine girmedi diye…

Cezaevine giren kısa bir süre kaldı diye…

Hapis cezası alan az hapis cezası aldı diye…

Sadece işini, gücünü, aşını kaybedenler en “şanslısı.”

***

Bilgisayarın başına barış akademisyenleri için Anayasa Mahkemesinin verdiği karar üzerine bir iki kelam edeyim diye oturdum.

Ama durumu bu akademisyenlerden bin beter olanların hikâyeleri ne kadar kafamdan uzaklaştırmaya çalışırsam çalışayım, bu yazının bir yerlerine gelip girmek için büyük bir çaba gösteriyor.

Çünkü çok beter bir durum bu.

Aylar önce kaçırılıp, geçen gün bir anda Ankara Terörle Mücadele’de peydah olanların aileleri, sevinçlerini göstermek için tweetler atıyorlar.

“Çok şükür” diyorlar, yakınlarının sonunda poliste olduğunu öğrendikleri için…

İnsanları, yakınları polis tarafından göz altına alındı diye sevinç göz yaşı dökme noktasına kadar getiren bir ülkede yaşıyoruz.

Yasadışı alıkoyma yerinden, devletin yasal nezarethanesine getirildiler diye insanların yakınları Allah’a şükür ediyor.

Beş ay, altı ay kaybolduktan sonra, poliste ortaya çıktılar ya, avukatla görüştürülmüyorlarmış, doktorla görüştürülmüyorlarmış ne gam…

Bin beterini görünce, bu beter hiç mesabesinde kalıyor.

***

Anayasa Mahkemesinin Barış Akademisyenleri için verdiği karara sevincimiz de, beter durumlardan dolayı bir şükür etme hâli değil mi?

İnsanlar bir bildiriye imza attılar diye, bir gece yarısı isimlerini içinde gördükleri KHK ile işlerinden atılmışlar, kimisi gözaltına alınmış, kimisi tutuklanmış, kimi hapis cezalarına çarptırılmış.

Ve aradan geçen bunca zamandan sonra Anayasa Mahkemesi, 8 üyenin kabul 8 üyenin de ret oyuyla bir ihlal buldu diye seviniyoruz…

Neden Anayasa Mahkemesi onları işten atan KHK’ları daha önce incelmeyi reddetmiş?

Neden AYM’nin bu başvuruları incelemesi bu kadar uzun sürmüş?

Her fırsatta ifade hürriyetinin demokratik toplumdaki öneminden bahseden AYM, bu öneme binaen, neden bu başvuruları çok daha önce sonuca bağlamamış?

***

Bu kararda da ciddi beter bir durum var.

8 hâkim, ki bunların çoğu Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanmış, karara muhalif kalmış.

Yani, bu akademisyenler bir bildiriye imza attıkları için, üniversiten atılmayı da, hapis cezası almayı da hak ediyor diyorlar.

Bu sözlerini, benim bildiğim hiçbir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi veya Anayasa Mahkemesi içtihadına dayandıramazlar.

Bu akademisyenlerin mahkûm edildikleri Terörle Mücadele Kanunun 7/2. Maddesi, yani terör örgütü propagandası suçunu düzenleyen madde, tam da Türkiye’nin bu konuda AİHM’de aldığı mahkumiyetler nedeniyle değiştirilmişti.

AİHM sayısız kararında, açıkça şiddete teşvik etmeyen, kırılgan gurupları nefret söylemleriyle hedef göstermeyen ibarelerin, ne kadar sert ve tahrik edici olsa da mahkûm edilemeyeceğini söyledi.

Zaten ifade hürriyeti dediğimiz şeyin özü de budur.

İşte bu mahkûmiyet kararlarından sonra Türkiye, söz konusu maddeyi değiştirdi.

Terör örgütünün propagandasını yapmayı değil, terör örgütünün cebir, şiddet ve tehdit yöntemlerini meşru göstermeyi veya övmeyi suç hâline getirdi.

***

Binlerce üniversite hocasının, bir bildiriye attığı imza nedeniyle, hayatının karartılmasından, demokrasi için daha beter ne olabilir derseniz eğer, bir yasa maddesini, o maddenin bile gerisinde yorumlayan Anayasa Mahkemesi üyelerinin var olmasıdır derim.

Barış akademisyenlerinin imzaladığı metin, aydınlar arasında tartışılabilirdi, bu metinde hendekler konusunda PKK’ye bir eleştiri bulunmaması eleştirilebilirdi ama böyle bir eleştirinin yokluğunu ceza vermenin gerekçesi yapmak bırakın ifade hürriyetini, ondan çok daha temel olan düşünce özgürlüğünün ihlalidir.

İnsanları bir görüşü açıklarken başka bir konuda görüş bildirmedi diye cezalandırmak, çok beter bir duruma işaret ediyor.

Ve bunu doğal karşılayan, böyle olması gerektiğini düşünen 8 tane Anayasa Mahkemesi üyesi var bu ülkede.

***

Dün öğrendik ki daha da beteri varmış…

1071 akademisyen aralarında imza toplamış, ifade hürriyetinin en asgarî standartlarına uygun bir karar verdiği için Anayasa Mahkemesini kınıyorlar.

Meslektaşlarının ceza alması gerektiğini, Anayasa Mahkemesinin yanlış karar verdiğini söylüyorlar.

Belli ki, ceza mahkemeleri Anayasa Mahkemesi kararına uymasın, Barış Akademisyenlerini mahkûm etmeye devam etsin istiyorlar.

Dünyanın hangi akademisinde meslektaşlarının söz ve yazıları nedeniyle mahkûm edilmesi için böyle gayretkeş bir çabanın içinde olan akademisyenler görebilirsiniz?

İçinde bulunduğumuz beter durumun farkında mısınız?

Genç beyinler, bir bildiriye imza attı diye, meslektaşlarının cezalandırılmasını isteyen bu “hocalara” emanet.

***

Barış istemek diye bir suç yoktur.

Tam tersine savaş istemek, şiddet çağrısında bulunmak, insanları şiddete davet etmek, kışkırtmak suçtur.

Ve bu suçlar mebzul miktarda her gün Türkiye’de işlenmektedir.

Türkiye, “her türlü savaş propagandasının hukuk tarafından yasaklanacağını” (20. Madde) söyleyen Medenî ve Siyasal Haklar Sözleşmesine taraftır. Ama Türkiye’de savaş propagandası yapmak suç değildir.

Türkiye’de azınlıkları hedef göstermek, insanları kin ve nefrete tahrik etmek hukukun engin hoşgörüsü karşısında serbesttir.

***

Meslektaşlarının cezalandırılmasını isteyen akademisyenlere bir AİHM kararını hatırlatmak isterim.

Prof. Mustafa Erdoğan’ın açtığı benim de avukatlığını yaptığım (Başvuru no 346/04 ve 39779/04) bir dava bu (1).

Mustafa Erdoğan, Fazilet Partisi’ni kapattığı için Anayasa Mahkemesi’ni çok sert bir dille eleştirmiş ve AYM üyelerine epey yüklü tazminatlar ödemek zorunda kalmıştı.

Bu davada AİHM Türkiye’yi “ifade hürriyetini ihlal ettiği” için mahkûm etti.

Ama aynı zamanda akademisyenlerin ifade hürriyetlerine ilişkin de bir içtihat geliştirdi. Şöyle dedi:

“Akademisyenlerin araştırmalarını yürütmeleri ve ulaştıkları sonuçları yayınlamalarına getirilen her türlü kısıtlama dikkatli bir şekilde mercek altına almayı gerektirir. Fakat, akademisyenlerin ifade özgürlüğü, sadece akademik veya bilimsel araştırmayla sınırlı değildir; aynı zamanda araştırma, mesleki uzmanlık ve yeterlilik alanlarındaki görüş ve fikirlilerini, bunlar kamuoyunda taraftar bulmayan veya ihtilaflı konularda bile olsa, özgürce paylaşmalarını da içine alır. Söz konusu özgürlük, belli bir siyasi sistem içindeki kamu kurumlarının işleyiş biçimlerinin incelenmesini ve eleştirilmesini de kapsayabilmektedir.”

İşte Barış Akademisyenlerinin yaptıkları tam da bu son cümlede bahsedilen konudur. Güvenlik güçlerinin operasyonlarının insan haklarını ihlal eden yönlerini eleştirmişlerdir.

***

Anayasa Mahkemesinin 8 üyesi ve karşı barış imzacısı akademisyenler, beterin beteri durumların öyle kolayca ortadan kaybolmayacağını gösteriyor…

Allah beterinden saklasın…

1) https://hudoc.echr.coe.int/eng#{“itemid”:[“001-144129”]}