Benim tanıdığım dindarlar “işaretlere” inanırlar.
Hayatta olup biten bazı şeyler ilahi mesajlar içerir onlara göre.
Özellikle de başa gelen bazı kötü şeyler gidilen yanlış bir yola, yanlış seçimlere, insanın doğrudan ve hak yolundan ayrılmış olmasına işaret ediyor olabilir.
Tanıdığım dindar insanlarda görmeye alışık olduğum bu hassasiyetin zerresini bile Türkiye’yi yöneten iktidar mensuplarında görememek beni ciddi bir şekilde şaşırtıyor.
Nasıl bu kadar kendilerinden emin olabiliyorlar?
Nasıl oluyor da olup biten hiçbir şey onları şüpheye düşürmüyor?
Marmara denizinin kanlı bir balgam gibi kustuğu deniz salyasına bakın.
Doğanın bu acıklı yakarışı karşısında insan nasıl olup da kayıtsız kalabilir?
Nasıl olur da bu ölümcül hastayı daha da hasta edecek adımlar atılabilir?
Eğer “ilahi işaret” diye bir şey varsa, Karadeniz ve Marmara arasında yapılacak “Kanal” için tam kazmaların vurulacağı bugünlerde, Marmara Denizi’nin kendisine kıyısı olan bütün kentlerin üzerine kustuğu bu “irin” nasıl görmezden gelinebilir?
Marmara Denizi yıllardır kendisine yapılan eziyeti daha başka, daha açık, daha dehşetli nasıl anlatabilirdi?
Oksijeni tükendiği için etrafına ölüm kusmaya başlayan bu denize, Karadeniz’den bir kanal açıp, oksijen yoksunluğunu kat be kat arttıracak bir adım nasıl atılabilir?
Aldığı zehir nedeniyle kıvranan birisine, aynı zehirden daha da fazla enjekte etmekten farkı nedir bunun?
İster dindar ister inançsız olun, Marmara denizi kustuğu salyayla, korkunç felaketlerin eşiğinde olduğumuzu işaret ediyor.
Bilim insanları senelerdir uyarıyorlar, Marmara denizinin aşırı kirlendiğini, oksijeninin azaldığını, can çekiştiğini, “Kanal”ın kalan oksijeni de tüketeceğini söylüyorlar.
Şimdi bu “salya”, bilim insanlarının söylediklerini inkârı mümkün olmayan bir şekilde herkesin gözüne sokuyor.
Netflix’de “The serpent” (Yılan) diye bir dizi var. Kurbanlarını zehirleyerek öldüren bir seri katili anlatıyor.
Seri katil, kurbanlarını zehirlemeye başladıktan sonra, onlara, zehiri “ilaç” diye sunup, gönüllü olarak içiriyor.
Filmin bir sahnesinde, aldığı zehir nedeniyle zayıf düşmüş bir kurbanın, kendisine ilaç diye sunulan bu zehirden daha fazla almak için mutfağa gittiğini görüyoruz.
Zehirden bir bardağa koyup karıştırıyor; sonra başka bir şeylere baktığı sırada arkasını dönüyor.
O arkasını dönünce, evdeki maymun gelip, bu bardaktaki suyu içiyor.
Bu hasta adam, bir süre sonra Maymun’un ağzından köpükler saçarak yerde yattığını ve öldüğünü görüyor.
Bu kadar korkunç bir işarete rağmen, o anda hala tam olarak ayılmadığına, sadece şüpheye kapıldığına tanık oluyoruz.
O yerde ağzında köpüklerle yatan maymun gibi, Marmara denizi de zehiri daha fazla aldığımızda başımıza neler geleceğini söylüyor.
Marmara denizi bize, oksijeni daha fazla tükendiğinde, nefesi tamamen kesildiğinde, kangrenin vücuda yayılması gibi, bütün diğer denizleri de zehirleyeceğini, balıkların, kuşların kitlesel olarak öleceğini, havanın ve suyun tamamen zehirleneceğini anlatıyor.
Tam Kanalı açıp, daha fazla zehiri bardaklarımıza koyacakken, az önce o bardaktaki sudan içen maymunun yerde can çekiştiğini görüyoruz.
Tanrı, Doğa, artık neye inanıyorsanız, başımıza gelecekleri göstermek için, hepimizi dehşete düşürmesi gereken işaretler veriyor.
Bize ilaç diye sunulanın, zehrin ta kendisi olduğunu anlamak için daha başka neye ihtiyacımız var?