Devletimiz neden korunmaya muhtaç?

“Büyük tartışmanın” öncesinde yazıyorum bu yazıyı.

Muhtemelen akşam bütün Türkiye, hepimiz TV ekranlarına kilitleneceğiz.

Sanki ilk defa televizyon seyredecek gibiyiz, bu sihirli kutunun Türkiye’ye ilk geldiği günlerdeki gibi bir heyecan var.

Sanki hayatımız boyunca hiç tanık olmadığımız bir şeyetanık olacağız.

***

Öyle bir şey izleyeceğiz ki…

Peki ne izleyeceğiz? Neden bu kadar heyecanlıyız? Neden bu TV programına bu kadar çok anlam yüklendi?

İktidarın önemli bir ismi, ilk kez bir tartışma programına çıkıyor…

İlk kez bir iktidar figürü, muhalefetin adayıyla boy ölçüşecek, ilk kez her iki adaya da “gerçek” sorular sorulacak…

En azından bunların olmasını bekliyoruz…

***

Yani aslında beklediğimiz, iktidar sahiplerinin gerçek terazilere çıkması, toplumun önünde, yaptıkları ve yapacaklarının hesabını vermeleri…

AK Partinin uzun iktidar yılları boyunca, işte tam da bunu unuttuk: “İktidarlar hesap verir”.

Bizde işler tam tersine döndü.

Hiçbir şeyin hesabını vermeyen, ama her şeyden herkesten hesap soran bir iktidar oluştu.

***

Ülkenin başına gelen bütün kötü işler, başkalarının kusuru, bütün iyi şeyler de iktidardan neşet ediyor…

Akşamki TV programına bu kadar çok anlam yüklüyoruz çünkü iktidarın bütün ülkeyi sıkıştırdığı, iktidarların yalnızca sandıkta hesap verecekleri yönündeki zihniyet kalıbının kırılacağını umut ediyoruz…

Ve hattâ, tek hesap sorma aracı olarak elimizde kalan sandığın da gitmek üzere olduğunu bilerek, onun da geri alınmasının bir aracı olarak görüyoruz bu TV programını belki de…

İktidardakiler, o erişilmez yerlerinden inip, normal, demokratik ülkelerin siyasetçilerine dönüşecekler…

Ah keşke, bu TV programı böyle bir şeyin başlangıcı olsa…

Ama hiç de kolay değil bu iş…

***

İktidarın hiçbir konuda hesap vermek niyetinde olmadığının bin bir işareti her gün gözümüzün içine sokuluyor.

Daha dün, Çorlu tren kazasında hayatını kaybedenlerin aileleri Anayasa Mahkemesi önünde polis tarafından “süpürüldü”…

İktidar sahipleri, bu ailelerin dertlerini anlatmasını istemiyorlar.

Bu tren kazası nasıl medyana geldi sorgulanmasın, bu kazaya giden zincirleme ihmal ve sorumsuzlukların hesabı sorulmasın istiyorlar.

İktidarın isteklerini yerine getirdiğinde kendisinden hiçbir şekilde hesap sorulmayacağını bilen polis de, barışçıl bir gösteriyi şiddetle bastırıyor.

***

Bu ülkede, herkes, iktidardan hesap sorulmamasına hizmet ettikleri sürece, kendilerinden de hesap sorulmayacağını biliyor.

Tren kazaları, işçi ölümleri, patlamalar meydana geldiğinde “yargı” hemen bir yayın yasağı getiriyor…

Televizyonlar, gazeteler, iktidarın hesap vermesini gerektirecek her konuyu bütünüyle es geçiyorlar…

Her şey hesap vermemek için.

***

Bütün bunlara, rağmen birileri cüret gösterip, sert bir şekilde eleştirirse de, bu defa ceza yasaları devreye giriyor.

Devletlerin hesap vermekten uzak durduğu neredeyse bütün ülkelerde aşağı yukarı aynı denklemlerin yürürlükte olduğunu görüyorsunuz.

Devlet başkanlarına “hakaretin” cezalandırıldığı ülkelere ilişkin küçük bir araştırma, hesap vermeyen devletlerin onları eleştiren vatandaşlarından feci şekilde hesap sorduklarını gösteriyor (1). Kraliçeyi aşağılamayı cezalandıran ama pek fazla da kullanılmayan ceza maddelerine sahip Hollanda dışında, bu ülkelerin hemen hepsinde demokrasi ve hukuk devletine ilişkin ciddi sorunlar olduğunu görüyorsunuz. Araştırma, devlet başkanlarına “hakaretin” cezalandırıldığı ülkeleri şöyle sıralıyor: Azerbaycan, Lübnan, Venezüella, Polonya, Türkiye, Kamerun, Bahreyn, Kuveyt, Tayland, İran ve Endonezya. Rusya da yakın zamanlarda bu kervana katıldı (2).

***

Yani, hesap vermek istemeyen iktidarların hüküm sürdüğü ülkelerde, ne tesadüf ise, devlet başkanlarını ve bizatihi devletin kendisini “aşağılamak” ciddi bir suça dönüşüyor.

Ve tabii pek çok eleştiri bu kalıbın içine dökülüyor.

Siz eleştiri yaptığınızı zannediyorsunuz, ama devlet, “sen beni aşağılamaya kalktın” deyip yakanıza yapışıyor.

İktidarların hesap verdiği, demokratik ülkelerde ise, devleti, devleti başkanını aşağılamak diye suçlar icat edilmemiş.

Oralarda, aksine, devlete, devlet kurumlarına, devlet başkanına yönelik eleştiriler, herhangi bir bireye yönelik olarak yapacağınız eleştiriden çok daha büyük bir özgürlük alanına sahip.

***

Deutsche Welle’den Burcu Karakaş’ın haberine göre, sadece 2017 yılında Cumhurbaşkanı’na hakaret etti diye 20 Bin 539 kişi hakkında soruşturma yürütülmüş, 6 bin 33 ceza davası açılmış (3).

Biz dünyada devlet başkanına en çok hakaret edilen ülke miyiz? Nasıl bu kadar çok dava olabilir?

Ya bu ülkede, insanlar onları her Allah’ın günü devlet başkanına hakaret ettirecek bir kimyasal maddeye maruz kaldılar, mesela, şehir sularına bir madde karıştı ve her gün birileri çıkıp devlet başkanına hakaret ediyor; ya da, yargının kimyası bozuldu ve en küçük bir eleştiriyi bile hakaret olarak kabul ediyor!

***

Bir zamanlar Türklüğü ve devlet organlarını aşağılamayı düzenleyen meşhur 301. Madde sık sık aydınlara karşı kullanılırdı biliyorsunuz. Geçmişin günahlarından bahsetmenin kefaretiydi bu madde. Hrant Dink’in katlinden sonra, bu maddeye soruşturma için “Adalet Bakanının” izin vermesi şartı eklendi. Uzun yıllar boyunca da bu izinler pek verilmedi. Ama son yıllarda tekrar, izinlerin verildiğini görüyoruz. Neden?

Neden devlet denen soyut bir  varlığı bireyler karşısında korunma ihtiyacı duyuluyor? Nasıl olurda bir birey koca bir devleti aşağılayabilir? Neden demokraside gelişmiş ülkelerin “devletlerini”, onların İngilizliğini, İsveçliliğini, Norveçliliğini aşağılayamıyorsunuz da, Türkiye’de, bir kişinin ettiği bir sözle, Türklük, devlet, kurumlar kolayca aşağılanabiliyor?

***

Dünyada en fazla “iş kazası” olan ülkelerden birisi olmamız; her gün 3-4 kişiyi iş kazalarında kaybetmemiz; şeffaflık, hesap verebilirlik, hukuk devleti ve insan hakları standartlarında dünyanın dibine doğru gitmemiz ile, devletin ve tepesindekilerin hakaret hassasiyetlerinin bu kadar yükselmesi arasında bir ilişki olabilir mi acaba?

Neden hükümetlerin hesap vermeye en açık olduğu ülkeler, devlet ve hükümet başkanlarının “hakaret” nedeniyle hemen hiç mahkemeye gitmedikleri ülkeler? Neden devlete ve devlet başkanlarına “hakareti” cezalandıran ülkeler aynı zamanda, devlet ve hükümet başkanlarının en büyük şatafat içinde yaşadıkları ülkeler?

***

En az hesap veren devletler, vatandaşından en çok hesap soran devletler. Devletler ne kadar az hesap veriyorlarsa, onları kuşatan dokunulmazlık ve ulviyet halesi o kadar güçlü ve azametli hale geliyor. Hesap vermenin sıfır noktasına yaklaştığı ülkelerde devlet neredeyse “kutsal” bir varlık düzeyine ulaşıyor.

Devletle birey arasındaki dengenin bu kadar bozulduğu bir ülkede, iki belediye başkan adayının TV’de tartışması hemencecik bu bozuklukları düzeltmeyecek şüphesiz. Peki bu tartışma, bütün bu sorunlara küçük de olsa bir merhem oldu mu; programı siz seyrettiniz, onu da siz söyleyiverin bir zahmet!

  1. https://www.apnews.com/deee15f58b824168b9491ad068821605
  2. https://www.bloomberg.com/news/articles/2019-03-18/insulting-putin-may-now-land-you-in-jail-under-new-russian-law
  3. https://www.dw.com/tr/cumhurbaşkanına-hakaret-davalarında-rekor-artış/a-46622702

Bu yazı 17 Haziran 2019’da P24’de yayınlanmıştır