Özgürlük korkunun olmamasıdır.
Türkiye hiçbir zaman özgür olmadı.
Bu ülke, hiçbir zaman, üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke olmaktan kurtulamadı.
İçimiz de kurtulmamız, bertaraf etmemiz gereken düşmanlarla doluydu her zaman.
Biz her daim istilaya uğrama korkusu içinde yaşayan bir toplum olduk.
Ya ülke, karanlık hayaletler gibi yüzleri seçilemeyen dış düşmanlar tarafından istila edilecek ya da yaşam biçimlerimiz, inançlarımız, ibadetlerimiz bizim gibi düşünmeyenler tarafından ele geçirilip, esaret altına alınacaktı.
Herkes bir diğerinden korktuğu için, devlet, bizim gibi olmayanları hizaya sokup, onları bizim gibi düşünen, bizler gibi yiyip içen insanlara dönüştüreceğimiz, elde edilmesi gereken bir baskı aracına dönüştü.
Ancak devleti ele geçirenler, diğerlerinin istilasına uğramaktan kurtulabilir; istediği gibi yaşayabilirdi.
Onu ele geçirenler, herkesin kendilerine benzediği “nesiller” yetiştirebilirdi.
Bütün toplumu ya köy enstitülerine ya da imam hatiplere sokmak istedik.
Herkes illaki Türkçe konuşacaktı.
Herkes Türk olmaktan mutlu olacaktı.
Herkes ya seküler ya dindar olacaktı.
Bireysel düzeyde olsa, “herkes benim gibi olmalı” arzusunu hemen bir ruh hastalığı olarak tanımlayabilecekken, bu istek kitlelere mal edildiğinde bir “davaya” dönüştü.
Medeni yurttaşlar yaratmaya çalışırken, toplumun bir bölümünü hakir gördük.
Dindar nesiller yaratmaya çalışanlar, onlar gibi yaşayayıp hissetmeyenlere karşı kinle doldular.
Böyle bir ülke, bu ruh halindeki bir toplum, özgür olabilir mi?
Hiçbir zaman özgür olamadık da…
Kimilerinin zannettiği gibi bu ülkenin özgürlük sorunu, şu anda her türlü özgürlüğü pas pas yapmakla meşgul olan AKP’nin iktidara gelmesiyle başlamadı.
Bizim özgürlük sorunumuz, ontolojik bir sorundur.
Bizden farklı olanın da en az bizim kadar bu ülkenin yurttaşı olduğunu, onların da her türlü araçla kendini ifade etmeye hakkı olduğunu; kendimizi özgür hissetmek için bu toplumdaki herkesin bizim gibi yaşaması, hissetmesi, konuşması gerekmediğini anlamadan da bu ontolojik sorunun çözülmesi mümkün değildir.
Bakın bugün AKP’nin kendi tabanına verdiği en güçlü, en sarsıcı mesaj nedir?
Ben gidersem, seni yeniden hakir görürler ey muhafazakâr vatandaş, diyor AKP.
Ben gidersem, sen o başörtünü takamazsın.
Sen bir paryaya dönersin….
Bu korkunun işe yaramadığını söylemek mümkün mü?
AKP toplumun ciddi bir bölümünü, kendisi gittiğinde her şeyi kaybedeceklerine inandırmasa, her şey bu kadar kötü giderken, hala bu kadar oy potansiyeline sahip olabilir miydi?
Ben size bir şey söyleyeyim mi, CHP’nin Meclise teklif getirip, başörtüsünü yasal güvenceye alma vaadinde bulunması, şu ana kadar yaptıkları en akıllı, en hayırlı bir iştir.
Sadece siyaseten çok akıllı bir girişim değildir bu, yarın bu toplum özgür olacaksa, insanlar kendilerine benzemeyenlerin istilasına uğrama korkusundan kurtulacaksa, işte böyle adımlarla kurtulacak.
CHP topluma, din özgürlüğünün en büyük güvencesinin özgürlükçü laiklik olduğunu gösterebildiği ölçüde yarının Türkiye’sinde söz sahibi olacak.
Bizim, iktidara geldiğinde, başörtülüleri kamudan sürecek bir muhalefete değil; hak eden herkesin, dinine, inanışına, rengine, ırkına bakmadan onlara, çalıştıkları ve hak ettikleri oranda ilerleyeceklerini gösterecek bir siyasi anlayışa ihtiyacımız var.
Ya hep birlikte özgür olup korkudan kurtulacağız, ya da mütemadiyen korkularımızın esiri olup bize benzemeyenleri tahakküm altına almaya çalışacağız.
CHP’nin başörtüsü açılımı, korkudan kurtulmak için ileri doğru atılmış hayırhah bir adımdır.
Bu adımda katkısı, emeği olan herkesin aklına, ruhuna sağlık…
Yani anladığım kadarıyla, baş örtüsü Türkiye’nin baş sorunu! Binlerce insan evinden yurdundan edilmiş, yurtdışına kaçmış yada cezaevlerine tıkılmış, hergün cinayetlerin yaşandığı bir ülkede başörtüsü!. Saygıyla hocam.
Dini bir yasağı özgürlük zannetmek liberallerin en büyük yanılgısı. Böyle yaparak köktendincileri susturabileceğinizi mi zannediyorsunuz?
Yarın “dört kadınla evlenme özgürlüğümüz elimizden alındı” “bize zulmedildi” demeye başladıklarında ne yapacaksınız?
Hiç….
Üstelik şu herkez illa türkçe konuşacaktı ne kadar anlamlı bir eleştiri?
Bu “ulus devlet” mantığıdır. Amerika’dada herkez ingilizce konuşmak zorundadır. Almanya’da durum farklı mı? Ya Yunanistan’da?
Üstelik Bu ortadan kalkınca barış mı olacak zannediyorsunuz? Yugoslavya’da ne oldu?
Üstelik ( 2 ) Kürt sorununun böyle şeylerle çözebileceğinizi mi zannediyorsunuz? İspanya’da ne oldu?
Türkiye’de toprak kaybını göze almayan hiçbir hükümet kürt sorununu “gerçekten” çözemez.
Köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı Türkiye muhtemelen şu an Fransa gibi “her anlamda kalkınmış” bir ülkeydi.
Yabancı dilin öğretildiği, kadın erkek eşitliğinin olduğu, her çocuğa bir müzik aleti kullanmasının öğretildiği, yunan klasiklerinin okutulduğu, sadece teoriyle yetinmeyen çocuklara pratik becerilerde kazandıran, Anadolu’da feodaliteyi / köleliği tasfiye eden köy enstitüleriyle imam hatipleri ancak bir liberal bir tutar.
Köy enstitüleri 1930’ların Türkiye’sinde büyük bir devrimdi.
Üstelik şu çok beğendiğiniz batılı ülkeler demokratik yollarla mı kalkındı zannediyorsunuz?
İşçiler 18 saat çalıştırılıyordu. Çocuk işçilik yaygındı ve iş güvenliği falanda yoktu. Kaç çocuğun öldüğünü tahmin edersiniz artık.
“Kendi halkını köleleştiriip”, “kendi çocuklarını fabrikalarda öldürerek” kalkındı batılı ülkeler.
Bu kölelik düzenine başkaldıranlarıda “şiddetle ezdiler / öldürdüler”.
“Liberal ezberleri papağan gibi tekrarlamaya devam edin siz”.
Liberallerin algı düzeyleri “holivud filmleri seviyesinde olan” insanlar olduklarından artık “tamamen” emin oldum. 🙂