Herkesin kendini atmosfere kaptırıp, Kral’ın “kıyafetlerine” övgüler düzdüğü ama bir çocuğun “Kral çıplak” diye bağırdığı hikâyeyi bilmeyen yoktur.
Kral gerçekten çıplaktır ama hiç kimse bunu söyleyemez.
Kimi, bunu söylerse “aptal” olduğunun düşünüleceğinden korkar; kimisi de bunu söylemenin “Kral’a sen aptalsın, seni kandırmışlar, üzerinde hiçbir kıyafet olmadığı hâlde kendini incili boncuklu bir şeyler giymiş sanıyorsun” anlamına geleceğinden, hakikati telaffuz etmeninde bir maliyeti olacağından çekinir.
Bütün bu ortamdan etkilenmeyen, hiçbir şartlanması olmayan bir çocuk ancak bu gerçeği haykırabilir.
***
Hukuk sistemi işlediğinde, zaman zaman, mahkemeler, tıpkı o çocuk gibi, herkes kendini bir şeylere, bir atmosfere kaptırmışken, çıkar doğruyu iktidarın yüzüne söyleyiverir.
“Yaptığın bu şeyle, çevreye zarar veriyorsun” der bir idare mahkemesi…
“Sen, sana hakaret edilmiş diye dava açmışsın ama devletin tepesindekiler, çok sert eleştirileri bile sineye çekmek zorundadır” diyebilir bir hukuk mahkemesi…
Hukukun işlediği yerde, bir bakarsınız, bir mahkeme, bir savcılık, muktedirlerin yakınlarının ayrıcalıklı konumlarını sorgulamış, “ihalelerin yolsuz olduğuna”, “adam kayırıldığına” hükmetmiş…
Ve “bunları yapamazsın” demiş.
***
Hukuk zayıfladıkça da iktidarın “tanımlama özgürlüğü” genişler…
İktidarın en tepesindekiler ve yandaşları, Kral çırılçıplakken, onun dünyanın en güzel kıyafetler giydiğini söyleyebilirler…
Bu zayıflamış hukuk, Kral’a çıplak olduğunu söylemek bir kenara, bunu söylemeye cüret edenlerin tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanmaya başlar…
Muktedirler karşısında başını yerden kaldıramayan bu hukuk, muktedirlerin hedefindekiler için, biçici, kıyıcı korkunç bir aygıta dönüşür.
***
Fakat Türkiye Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taraf olduğu için, hâlâ “Kral’ın çıplak olduğunu” söyleyebilecek birileri var etrafımızda.
AİHM, Türkiye’de hukuk sisteminin içinde bulunduğu durumun ne olduğunu bütün açıklığıyla söylemekten kaçınıyor, doğru…
Çünkü, bunu söylemenin de ciddi bir bedeli var; Türkiye’de hukuk yolları işlemiyor dediğinde bir anda önünde on binlerce dava bulabilir, o yüzden, o da, çoğu zaman, apaçık bazı gerçekleri görmezden geliyor…
Ama, bazen, kaçınılmaz olarak gördüğü şeyleri söylüyor.
***
Söylüyor ki, burada bir şeyler düzelsin, başta Anayasa Mahkemesi, hukuku korumakla görevli organlar kendilerine çeki düzen versin…
AİHM’nin Türkiye’de gördüğü fotoğrafı açıkça tarif ettiği istisnaî durumlardan bir tanesi de Selahattin Demirtaş’ın başvurusu üzerine (Başvuru No: 14305/17) verdiği karardı…
Bu davada AİHM, Türkiye’ye karşı yapılan başvurularda, defalarca talep edilmesine rağmen ihlal tespit etmekten istikrarlı bir şekilde kaçındığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 18. Maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.
Türkiye’nin bu maddeyi ihlal ettiğini ilk defa dile getirdi.
***
İlk bakışta, “E ne olmuş bir maddeden daha ihlal tespit etmiş, bunda ne var ki” diye düşünülebilir.
Ama bu maddeden yaptığı ihlal tespiti, bana göre önemli bir dönüm noktasıydı.
Bundan sonra, Türkiye’de siyasetçilere, gazetecilere, insan hakları savunucularına ilişkin soruşturma ve tutuklamaların hız kesmeden devam etmesi durumunda Türkiye’den gelen başvuruların yavaş yavaş başka bir gözle görülmeye başlanacağını, örneğin AYM’nin işlevselliğinin sorgulanacağını gösteren önemli bir işaretti bu.
***
18. maddenin “kuru” ifade biçimine baktığınızda, bu maddeden verilen mahkûmiyetin ne kadar “manidar” olduğu anlaşılamıyor.
Madde şöyle diyor: “…Hak ve özgürlüklere bu Sözleşme ile izin verilen kısıtlamalar, öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz.”
Bu bürokratik dille söylenen, hak ve özgürlüklerin hukuk dışı amaçlarla kısıtlanamayacağıdır.
Siyasi iktidarların, hukuk dışı amaçlarla özgürlüklere tasallut etmesinin yasaklanmasıdır söz konusu olan.
Nitekim, Merabishvili/Gürcistan (72508/13) başvurusunda AİHM’nin açıkça ifade ettiği üzere, 18. maddenin amacı, gücün/iktidarın kötüye kullanılmasını engellemektir.
***
AİHM, bu maddeye ilişkin olarak hazırladığı rehberde (1) 18. maddeden nadiren mahkûmiyet verdiğini bizzat kendisi söylüyor.
Gerçekten de, Azerbaycan ve Gürcistan gibi birkaç ülkeye karşı verilen ihlal kararları dışında, AİHM’nin bu maddeye ilişkin talepleri sürekli reddettiğini görüyorsunuz.
Çünkü, bu maddenin ihlal edildiğini söylemek, siyasi iktidara, “sen hukuk sistemine burnunu sokuyorsun, seni rahatsız edenleri, bir şekilde cezalandırmak veya köşeye sıkıştırmak için hukuku bahane olarak kullanıyorsun” demek anlamına geliyor.
İşte Selahattin Demirtaş kararı, bu anlamda, Türkiye’nin, içinde Gürcistan ve Azerbaycan’ın bulunduğu bir başka lige doğru emin adımlarla ilerlediğini gösteriyor.
***
AİHM Demirtaş kararında, 18. maddenin ihlalinden söz edebilmek için, oldukça yüksek bir eşiğin aşılması gerektiğini belirtiyor.
Yani karardan, Türkiye’nin bu yüksek eşiği aştığını anlıyoruz.
AİHM bu kararında çok kısaca özetlemem gerekirse şunları söylüyor:
— Demirtaş’ın yakınmaları genel siyasal ve sosyal arka plandan bağımsız bir şekilde ele alınamaz.
— Demirtaş’ın vakasına bakınca, objektif bir gözlemci başvurucunun uzun bir şekilde tutuklu bulunmasının siyasi bir motivasyon taşıdığından şüphelenebilir.
— Sadece Demirtaş değil HDP’li 14 milletvekili de tutuklandı.
— Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, ulusal yasaların muhaliflerin susturulması için giderek artan bir şekilde kullanıldığını belirtti.
— Demirtaş’a ilişkin yıllardır yürüyen soruşturmaların, Cumhurbaşkanının onu hedef alan konuşmasından sonra hızlanıp davaya dönüştüğü de not edilmiştir.
— Hükümet, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin son yıllarda Türkiye’deki siyasî atmosferin ulusal mahkemelerin bazı kararlarını etkilediği yönündeki gözlemlerinin temelsiz olduğunu gösterecek hiçbir argüman ileri sürememiştir.
— Mahkeme Demirtaş’ı hedef alan gizli amacın sadece onun şahsını ilgilendirmediğini demokrasi için ciddi bir tehdit oluşturduğunu göz önüne alır.
— Mahkeme “İki kritik kampanya –yani anayasa referandumu ve Cumhurbaşkanlığı seçimi- boyunca başvurucunun tutukluluğunun devam ettirilmesinin, demokratik toplumun çekirdeğini oluşturan çoğulculuğu boğmak ve özgür siyasi tartışmayı sınırlamak yönündeki saklı amaçları izlediğini makul şüpheden uzakta bir şekilde tespit etmiştir.”
***
Yani, daha sade bir şekilde ifade etmek gerekirse, “sen ceza yasalarını muhalifleri susturmak ve özgür tartışmaları bastırmak için kullanıyorsun” diyor AİHM.
Ve bu bağlamda bizi, Azerbaycan ve Gürcistan’la aynı yere koyuyor.
Türkiye’de yaşanan gelişmelere bakınca, bu kararın tek başına yalıtılmış bir karar olarak kalmayabileceğini ön görebiliriz.
Sadece şu son günlerde yaşananlara bakın.
CHP İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında 5 ayrı suçtan 17 yıla kadar hapis cezası isteniyor (2).
AİHM’nin Demirtaş davasında belirlediği kriterleri vurgulayarak bu soruşturmalara bakınca şunları görüyoruz:
Bütün bu soruşturmalar Kaftancıoğlu’nun siyasal eleştiriler içeren tweetlerini konu alıyor.
Bu soruşturmalar, CHP’nin yerel seçimde İstanbul’da elde ettiği büyük başarının ardından hızlanıyor.
Ne tesadüf ki, Kaftancıoğlu da, bu başarı da muazzam katkısı olan bir figürdür.
***
Siyasi figürleri kolayca soruşturmak, kolayca cezaevine koymak, uzun uzun cezaevinde yatırmak, Türkiye’nin yeni “normali” hâline gelmiş olabilir.
Ama işte dışarıdan bakan objektif bir göz, soruşturmaların ardında gizli siyasî amaçlar görüyor.
Gücün suiistimal edildiğinden söz ediyor.
“Kıral çıplak” diyor…
Çok tehlikeli bir yola sapıldığı konusunda bizi ikaz ediyor.
Umut edilir ki, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere, bütün bir Türkiye hukuk düzeni tarafından bu mesajlar alınsın, hukuk kendi meşru amaçları dışında hiçbir amaca hizmet etmesin.
——
1- https://www.echr.coe.int/Documents/Guide_Art_18_ENG.pdf
Not: Bu yazı ilk olarak P24’de yayınlanmıştır.