Umberto Eco’nun Gülün Adı isimli eserinden bir sahne hatırlıyorum.
Bir rahip okunmasını istemediği eserlerin yaprakları arasına zehir sürüyor ve kitapları okuyanlar sayfaları çevirirken ellerini ağızlarına götürdüklerinde zehirlenip ölüyorlardı.
Bir kitabı okumak için bir insanın ödeyebileceği en ağır bedel bu olsa gerek.
Tarih boyunca insanlar, okumak, yeni şeyler öğrenmek, yeni düşüncelere yelken açmak için çok bedeller ödediler.
18. yüzyılı, 19. yüzyıl başlarını düşünün; kitaplar hiç de öyle kolay ve ucuz şekilde elde edilebilecek araçlar değildi.
Bir işçi için hacimli kitapları satın almak ciddi bir külfetti.
Jack London romanlarında, bu külfeti karşılayamayan dar gelirli kişilerin nasıl kütüphanelerden başkaları adına da kartlar çıkarıp birden fazla kitabı almaya çalıştığını anlatır.
Bugün ise kitaplara ulaşmak çok daha kolay.
Basılı hallerini pahalı bulanlar, elektronik kopyalara hemen ulaşabiliyor.
Okumak yerine dinlemek isteyenlerin imdadına sesli kitaplar yetişiyor.
Ama belki de tarihte en az kitap okunan bir dönemde yaşıyoruz.
Gülün Adı’ndaki karanlık yüzlü rahip bugün insanların okuyacakları kitapların arasına zehir sürmüş falan değil.
Piyasadaki bir kitabı okudunuz diye alıp sizi cezaevine falan koymuyorlar.
Kitaplara erişimin de okumanın da bedeli hiçbir zaman günümüzdeki kadar düşük olmamıştı.
Ama artık kitaplar okunmuyor.
Geçen gün kendi kendime kulağıma çok acı gelen bir söz söyledim.
“Belki de bizler kitap okuyan son kuşağız!”
Gelecek nesiller kitap okumanın nasıl bir tat olduğunu belki de hiç bilemeyecekler.
Dikkat eşikleri beş on saniyeye düşmüş insanlar geliyor ardımızdan…
Düşünme işini Yapay Zeka’ya bırakmış, sürekli eğlendirilmek isteyen, önünde hızla akan imajlar, resimler, mesajlar olmadığında mutsuz olan bir kuşak geliyor…
Siz bu insanlara, Tolstoy’u, Dostoyevski’yi okutabilir misiniz?
Benim kuşağım için Suç ve Ceza’yı, Diriliş’i, Sefiller’i vd okumak bin bir kokuyla bezenmiş bir kır bahçesinde gezmek gibi zevkli bir işti.
Bütün gıdasını Tiktok’dan, İnstagram’dan alan, inanılmaz bir hızla akan resimler ve görüntülerle bezeli oyunları oynayarak büyüyen kuşak için bu kitapları okumak Everest dağına tırmanmak gibi bir şey olacak.
Daha doğrusu gözlerine öyle görünecek, daha Everest dağının eteklerinde, yukarıya çıkmanın verecekleri emeğe değmeyecek, ciddi külfetli bir iş olduğunu düşünecekler.
Edebiyatın eşsiz lezzetini tatmayan, bilmeyen, bu kitapları okumayı cendereye girmek gibi gören bir kuşak geliyor arkamızdan…
Ruhlarını, kalplerini, sanatın ince dokunuşlarıyla asla tanış etmeyen; her şeyi hızla tüketmek isteyen insanlar, fabrikaların otomatları arasından fırlayan teknoloji ürünleri gibi her tarafa yayılıyorlar.
Yapay Zeka’nın hangi işleri yapabileceğini tartışıyoruz.
Sanki yapay olmayan zekaların onlardan çok bir farkı kalmış gibi…
Edebiyatla tanışmayan zekalar, yapay zekadan elbette daha geride kalacaklar.
Bir romanı okuyacak kadar dikkat kabiliyeti geliştiremeyenler, yapay zekanın çözdüğü problemleri anlayamayacaklar bile.
Kitap okumayan, kitap okumanın ne demek olduğunu bilmeyen, bu kitaplarda anlatılan insanlık hallerine, o renkli dünyalara, bütün o duygu cümbüşüne tamamen yabancı bir kuşak geliyor.
Bir distopyanın kâbus gibi üzerimize çökmesine tanık oluyoruz.
Herkesin hastalandığını anlatan o filmlerin gerçek olduğunu gözlerimizle görüyoruz.
Bütün ülkeler, bütün insanlık büyük bir hızla okumama hastalığına yenik düşüyor.
Naziler, kendilerine itaat eden insanlar yaratmak için kitapları dağlar gibi yığıp yakıyorlardı.
Artık kimsenin kibriti çakmasına, kitapları yakmasına gerek yok; onlara el sürmeyen bir kuşak geliyor.
Dünya çapında hızla yayılan bu salgından korunmak için bir kitap alın elinize; telefonlarınızı, televizyonlarınızı, bilgisayarlarınızı kapatın; sessiz bir köşeye çekilip, sayfaların içinde anlatılan büyülü dünyalara dalın.
Çocuğunuza bir iyilik yapmak istiyorsanız, becerebilirseniz eğer; bilgisayarları ellerinden alıp, o küçük ellerin arasına bir kitap koymaya çalışın.
Hiç de kolay bir şey önermediğimi biliyorum.
Ama biz kendimizi üzerimize gelen bu salgın tsunamisinden koruyabilirsek eğer, bizler onların önünde kitap okumaya devam edersek, kim bilir belki belirsiz bir gelecekte çatlayıp filizlenecek bir tohum ekeriz içlerine…
Sevdiklerinize bir tohum bırakın.
Kitapların olmadığı bir dünyaya razı olmayın…
Teşekkür ederim, güzel bir yazı, beğenerek okudım.