Sadece kötümserler hayatta kalır

Geçenlerde çok çarpıcı bir cümle okudum.

Kendisi de Holokosttan sağ kurtulabilmiş bir Yahudi şöyle diyordu:

“Sadece kötümser olanlar Holokosttan sağ kurtulabildi” (Only pessimists survived the Holocaust).

Hayatta kalmayı sadece biyolojik yaşamı sürdürmek olarak anlarsanız, bu cümle çok fazla şey ifade etmeyebilir.

Ama hayatta kalmayı, zor koşullarda psikolojik olarak ayakta kalmak, ruh sağlığını korumak olarak anlarsanız, bu cümle çok fazla şey anlatmaya başlıyor.

Bu söz benim kulağıma şöyle geliyor: Çok zor koşullar içinde yaşarken iyimser insanlar psikolojik olarak hayatta kalamazlar.

Çünkü onların iyimserlikleri, yarının mutlaka iyi şeyler getireceğini, sonunda mutlaka iyinin kazanacağını öngörür.

Çocukça bir duygudur bu.

Hayat ne her zaman iyi şeyler getirir, ne de her zaman iyiler kazanır.

Buna inanan birisi elbette Holokost’ta hayatta kalamazdı.

O beklediği iyi günün hiçbir zaman gelmeyeceğini anladığı anda, bütün gücünü hep iyiliğin kazanacağına inanmaktan alan insan yıkılır.

Karşılaştığı kötülük, acımasızlık o kadar büyük, o kadar hayal gücünü zorlar niteliktedir ki,  o insanın iyimserliği, arkasından gelen buldozerin onu ezip, sıkıştıracağı bir duvara dönüşür.

Güç, güçsüzlüğe dönüşmüştür artık.

Hayatın içinde bir anda önüne çıkan, inkarı imkansız gerçeklik, iyimserin bütün yaşamı boyunca inandığı en temel değeri, bir kağıt parçası gibi buruşturup bir kenara atıverir.

Böylesi bir ortamda sadece kötümser ayakta kalabilir.

O, insan denen varlığın korkunç şeyler yapabileceğini bilir.

O, fırtınalı bir havada denize düşen insanın çaresizliğini bilir.

Kötümserin de tutunduğu bir dal vardır şüphesiz.

Belki, bir gün daha hayatta kalmanın bir meydan okuma olduğuna inanır.

Onun umudu iyimserin ki gibi değildir.

Mutlaka iyi günler geleceğine inanmaz, “belki de iyi gün gelebilir” der kötümser.

İçinde bulunduğu durumun ne kadar korkunç olduğunun farkındadır.

Daha da beterinin olabileceğini bilir…

İyimser gibi, oradan çıkıp, kendisini papatya tarlasının içine atacağına, o çiçeklerin iç bayıltıcı kokusunu bir kere daha duyacağına inandığı için yaşamaz o…

Cezaevinde, duvarın çatlağından başını çıkarmış bir çiçek, topraktan fışkırmış bir yeşil ot, yürürken gördüğü bir zeytin yaprağı zaten hayatı anlatmaktadır ona…

Ben de şahsen, o kötümserlerden birisi olduğuma inanıyorum.

Gelecek mutlaka güzel günler getirecek diye bir inancım yok benim.

Orda ya da burada, duvardan çıkan o çiçek gibi, yerdeki zeytin yaprağı gibi, hayatın orasında ya da burasında iyi insanlar olduğunu biliyorum sadece.

Yani, kötümserim, çok daha beteri olabileceğini biliyorum.

Ama tanıdığım güzel insanlar, sevdiklerim, yarının ne getireceğinden çok daha önemli benim için.

Yarın mutlaka güzel günler getirecek diye inanırsanız, kırılıp dökülürsünüz.

O beklediğiniz yarın belki de hiç gelmeyecek.

Belki de, tepemizdeki kara bulutlar daha da kararacak…

Onurumuzu yitirmeden, eğilip bükülmeden ayakta durabiliyorsak eğer, mesele budur…

Yarının güzel günler getireceği için değil, çevremizdeki güzel insanlar içindir bizim umudumuz.

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir