Devletlerin dışarıdan bir eleştiriyle karşılaşmadan insan haklarını çiğneyebilecekleri zamanlar çok geride kaldı.
Karısını, çocuklarını döven bir adamın, kapısına gelen apartman sakinlerine, evin içinde olanların onları ilgilendirmeyeceğini söylemesi ne kadar kaale alınabilirse, bu yüzyılda da “insan hakları ihlalleri nedeniyle içişlerimize karışamazsınız” argümanı o kadar ciddiye alınabilir.
***
Siz vatandaşınızı döverseniz, dışarıdan birileri, ama sırf insan haklarına inandığı için veya bunu kendi çıkarlarını ilerletmek için bir fırsat olarak görerek, sizi eleştirir.
Çünkü bu eleştirinin meşru bir temeli vardır.
20. yüzyıl insan haklarının uluslararası koruma altına alındığı bir yüzyıl oldu.
Küresel ve bölgesel anlaşmalar, sözleşmeler bu mantık üzerine inşa olmuştur.
***
Siz Avrupa Konseyine üye iseniz eğer, onun insan hakları alanında en yüksek yargı merci olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını yerine getirmeyi taahhüt etmişsiniz demektir.
Türkiye rahmetli Özal’ın girişimiyle 1987 yılında AİHM’nin yargı yetkisini tanıdı; o zamandan bu yana da bu mahkemenin kararları neticesinde bütün hukuk sistemimiz hallaç pamuğu gibi atılıp, sürekli yenilendi.
Devlet Güvenlik Mahkemelerinden askeri yargıcın çıkarılmasından, idam cezasının kaldırılmasına, gözaltı sürelerinin düşürülmesinden, Yargıtay savcısının tebliğnamesinin sanığa tebliğ edilmesine kadar, o kadar çok şey AİHM kararlarına uyum sağlayabilmek için değiştirildi ki…
Son 35 senede insan hakları alanında meydana gelen tek bir gelişme yoktur ki, sözde “Ankara kriterleri” üzerine meydana gelmiş olsun.
Bütün gelişmeler, AİHM kararlarıyla, AB ve Avrupa Konseyi’nin talepleri üzerine ve elbette Türkiye’de insan hakları mücadelesi veren insanların çabaları sonucu meydana geldi.
Bütün bunları, bugün nereye geldiğimizi daha iyi açıklayabilmek için yazıyorum.
Şimdi siyasal iktidar, bizi ta en başa döndürmeye çalışıyor.
AİHM kararları bizi bağlamaz; kimse bizi insan hakları falan deyip eleştiremez diyorlar…
***
En son yaşanan “Büyükelçiler krizi” -ki bu satırların yazıldığı saat itibariyle Cumhurbaşkanı onların istenmeyen adam ilan edilmesi direktifini verdiğini söyledi-basit bir “diplomatik” krizi çok aşan anlamlara sahip.
Türkiye’de siyasal iktidar bu krizi, “iç işlerimize karıştılar ve biz de onları kovduk” diyerek açıklamaya çalışabilir, buna muhalefetten destek bile bulabilir.
Ama dışarıdan bakınca, bu “kovma” işinin kendisi kadar neyin üzerine yapıldığı da çok önemli olacak.
Bu 10 Büyükelçi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala kararının uygulanmasını istedikleri için kovulacaklar.
Türkiye AİHM kararına uymadığı için bu mesele zaten halihazırda Avrupa Konseyi önünde ve bu elçilerden 9’u o Konsey üyesi ülkeleri temsil ediyor. Bir de Amerikan Büyükelçiliği var…
Elçiler, Türkiye’nin Suriye, Ege, Kıbrıs politikalarını veya ülkenin siyasi ve ekonomik tercihlerini eleştirdikleri için değil, Türkiye’nin zaten uygulamak zorunda olduğu AİHM kararının uygulanmasını istedikleri için kovuluyorlar.
Bu Büyükelçilerin Strasburg’daki Bakanlar Komitesindeki temsilcileri bunu sağlamak için giderek dozu artan sertlikte açıklamalar yapıyorlar.
Bu kararın uygulanmaması halinde, bir ihlal prosedürü başlayacak, bazı yaptırımlar uygulanacak.
Buradan baktığınızda Ankara’daki Büyükelçilerin tavrını bir tür ön alma olarak değerlendirebilirsiniz.
Daha büyük krizler yaşanmaması için kendi bulundukları yerden konunun “ciddiyetini” hatırlattılar.
Ama cevap çok sert oldu.
***
Büyük bir kopuşun eşiğindeyiz.
Ankara, mülteci anlaşmaları nedeniyle, Batı’nın hiçbir konuda ciddi bir tavır sergileyemeyeceğini düşünüyor ama bunlar artık yeni milat yaratan adımlar.
AİHM kararının uygulanmasını istediler diye 10 Büyükelçi’yi ülkeden kovuyorsunuz.
Avrupa Konseyi’ne üye olmanın temel şartını yerine getirmenizi isteyen diplomatlar Türkiye’de barınamıyor.
***
Karısını, çocuklarını döven komşuyu apartman sakinleri kendi menfaatleri gereği en hafif şekilde uyarıyorlardı.
Ama kapıya gittiklerinde içerideki o gürültü patırtının bitmeyeceğini, bir de üstüne üstlük bunları hatırlatanların da artık dayak yiyeceğini görüyorlar.
Biz bu hareketlerle sadece ülke olarak çok geriye gitmiyoruz; ama aynı zamanda artık üye olduğumuz her kulüpte aidiyetimizin sorgulandığı bir noktaya ilerliyoruz.