“Tahir de aynen Hrant gibi, bir cümlesi cımbızlanıp, hayatı boyunca durduğu yer, temsil ettiği değerler, göz ardı edilip, bir nefret nesnesi haline getirildi. Her iki cinayette de aynı linç mekanizmaları işledi. Her ikisi de linçe uğrarken yapayalnız bırakıldılar; sonra o linçin parçası olanlar öldürülmelerinin arkasından aynı şekilde timsah gözyaşları döktüler…
Vicdanını kaybetmiş bir ülke burası; o yüzden Hrant da, Tahir de bu ülkeye fazlaydılar, taşınabilmeleri mümkün değildi… Hrant Ermeniler için ne idiydi ise, Tahir de Kürtler için oydu.
Ben Tahir’i 1998 yılında tanıdım. Kürt köylerinin yakıldığı, Kürt sokaklarında ölümün kol gezdiği zamanlardı. Bir avuç Kürt avukat, hayatı cehenneme çevrilmiş Kürtlerin davalarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürmeye çalışıyorlardı.
Bu davaların bir kısmında ben de görev aldım, korkunç bir insanlık trajedisi yaşanan Ormaniçi köyünün yakılıp yıkıldığı davada İngiltere’den Tony Fisher’le beraber Tahir’e yardımcı olmaya çalışıyorduk. Hayatımın en büyük travmalarından birisidir o dava. Korkunç bir kış günü, Şırnak’ın Ormaniçi köyü tamamıyla yakılmış, erkekler gözleri bağlı olarak kilometrelerce karda yürütülmüş; sonra da bütün gözetim merkezleri dolu olduğu için kapısı penceresi olmayan bir yere konulmuşlardı. Oturdukları yerlere kıçları yapışmıştı; bacakları kangren olup kesilmişti. Çok azını anlatıyorum; inanılması imkansız bir gaddarlık vardı ortada…
Köylüler, AİHM’deki duruşmaya kesilmiş bacakları yerine koltuk değneklerine yaslanarak geliyorlardı. (…)Tahir gitmiş, bütün bu insanlarla görüşmüş, hepsinin hikayesini toplamış, bütün bunları AİHM’nin önüne kadar getirmişti. Büyük bir kahramandı o; Tony ve ben bir yandan tanık olduğumuz korkunç trajedinin altında eziliyor, bir taraftan da Tahir’i hayranlıkla izliyorduk. Sonra, büyük bir dostluğun tohumları atıldı aramızda.
Bizi travmatize eden bu dava, Tahir’in takip ettiği yüzlerce davadan sadece bir tanesiydi. Sonra köylülerin helikopterden atıldığı başka bir davaya girdik yine beraber. Sonra, Tahir tek başına Türkiye’nin en korkunç davalarına girmeye devam etti; sırtından vurulan çocukların, JİTEM mağdurlarının sesi soluğu oldu.”
Orhan Kemal Cengiz, yakın dostu Tahir Elçi’yi Özgür Düşünce gazetesinde yukarıda bir kısmını okuduğunuz yazısıyla uğurladı. Cengiz, son günlere dair gelişmeleri Agos’a şu sözlerle yorumladı.
Köprüyü vurdular…
Tahminime göre, Tahir Elçi kazayla vuruldu diyecekler. Bu kadar hedef gösterilmiş, kameraların önünde cereyan ediyor olay ve onu korumakla görevli polisler var orada. Bütün bunların hepsinin olduğu bir yerde, devlet bize bu işten sorumlu olmadığını ispatlamak zorunda. Savcılık, emniyet, bunu soruşturan makamlar, üzerlerindeki büyük yükün farkında olarak, çok şeffaf, inandırıcı ve mağdur yakınlarını dikkate katarak bir soruşturma yürütmek zorunda. Ama umutlarımız azalıyor. Günlerdir deliller toplanamıyor, üzerlerimize ateş açıldı diyorlar, bu bizi ilgilendirmez, nasıl istediğinde 1000 tane özel timi dikiyorsunuz, icap ediyorsa çelikten bir duvar yap, o delilleri topla, bize böyle bir mazeret sunma.
Nasıl bir kaza kurşunu bu?
Bütün deliller toplanmadan değerlendirme yapmak doğru değil belki ama videolardan görüyoruz, orada en ciddi tehdit altında olan Tahir Elçi ama sanki o korunması gereken bir kişi değilmiş gibi, sürekli ona doğru ateş ediliyor. Tahir’i korumaya yönelik bir hamle yok. Yarın çıkıp da, bu bir kaza kurşunu derlerse, bunu kabul edebilmek, inanmak zor. O zaman aklıma kazayla öldürülen Sevag Balıkçı gelir. Tam bir 24 Nisan günü, hem de bir Ermeni, hem de kazara öldürüldü. Bugün de kaza kurşunu dediklerinde nasıl bir tesadüftür ki bu, 1,5 aydır psikolojik linçe tabi tutulan, en başta yandaş yayın organlarında inanılmaz bir şekilde hedef gösterilen bir adamı gidip vuruyor bu kaza kurşunu? Nasıl bir kazadır ki bu, orada koşan iki militan bile vurulmuyor, kimse vurulmuyor böyle bir kargaşa içinde, bir tek bizim Tahirimiz vuruluyor. Kimse kusura bakmasın, bunu yüzde yüz ikna edici bir şekilde devletin dahli olmadığını bize gösteremedikleri sürece biz hep bunun bir şekilde organize bir iş olduğunu düşüneceğiz. Hadi organize değil diyelim, o zaman hazır böyle bir kavga çıktı, bu adam da birtakım sakıncalı laflar ediyormuş diyerek ensesine sıkıldığını düşüneceğiz.
Ölümü kentin üzerine çökmüş
Pek çok davaya baktık beraber. İnsan Hakları Gündemi Derneği’nin başkanlığını yaparken Tahir de kurucu üyelerinden biriydi. Tahir çok önemli bir figür, çok orijinal bir adamdı. Diyarbakır’a cenazeye gittiğimde iki taksiye bindim, ikisi de biner binmez, “Sen çok üzgünsün, ama ben de o kadar üzgünüm” dediler. Birinci taksici “Tahir Elçi’ye üzülüyorsun” dedi. “Biz de üzülüyoruz, Kürt olduğu için öldürüldü o” dedi. İkinci taksici şahsen tanıyormuş, “Bütün yargısız infazların, yetimlerin, öksüzlerin hakkını savunmuş bir insandır, çok büyük insandı Tahir Elçi” dedi. Kentin üzerine kabus gibi çökmüş ölümü. Tahir, hiçbir şeyin militanı olabilecek bir adam değildi. PKK’yı da, devleti de eleştiriyordu. Yarın devletle örgüt arasında bir müzakere olacaksa bunun köprülerinden birisiydi Tahir, o köprüyü vurdular.
Orhan Kemal Cengiz, 3 Aralık 2015, Agos Gazetesi