Aynı gün (31 Temmuz Cumartesi) Ankara’da üç cemevi birden saldırıya uğradı.
Bu saldırılar, resmi makamlarca, sıradan birer nümayiş gibi sunuldu.
Sanki bir müptezel, meczup bir kişi, kendi başına, gidip “birkaç Cemevini basayım, terör estireyim,” demiş gibi…
Kaşınan yaranın büyüklüğüyle, kaşıyan kişinin “önemsizliği” arasındaki çelişki dikkat çekici…
Bu müptezel kişi, bu işi yapmak için İzmir’den kalkıp geliyor.
Görünüşe göre, son icra hareketlerini tek başına yapıyor.
Ama, işin ardını arkasını araştırmak isteyen bir irade çok farklı yerlere varabilir zannımca.
Büyük fay hatlarının üzerinde tepinen kişiler bir “meczup” çıktığında benim aklıma hep aynı şeyler geliyor.
Töre cinayetlerinde, elindeki ağırlığı taşımakta zorlanan küçücük çocukların ellerine kocaman silahlar verirler.
O küçük çocuk, tam da cezai ehliyeti olmadığı için seçilmiştir zaten.
Tetiği sıkan el ne kadar masum, yaptığından ne kadar bi haber ise, arkasındaki karanlık o kadar büyüktür.
En iğrenç, en korkunç cinayetler en masum suratlar tarafından işlenir.
Bu ülkenin karanlık geçmişini bilen herkesin yüreği pır pır etmiştir bu cemevi saldırılarını duyunca, eminim.
Tam da Türkiye bir seçim sathı mahalline girmişken oluyor bütün bunlar.
Üstelik muhalefetin adayı, çok büyük olasılıkla, daha önce “biliyorsunuz Alevi!” denilerek, meydanlarda yuhalatılmış bir kişi olacak.
Ben daha önce defalarca gönlümün adayının Kılıçdaroğlu olduğunu ama önümüzdeki seçimleri çok riskli bulduğumu yazdım.
Kılıçdaroğlu’nun parlamenter sistemde mükemmel bir Cumhurbaşkanı olacağını da belirttim.
Bütün bunları yazarken, iki korkumdan birini açıkça yazdım, diğerini dile getirmekten sarfı nazar ettim.
Seçimi kaybetmek yönünde duyduğum korkuyu açıklamak kolaydı.
Ama Siyasal İslamcı bir iktidarı, bu kadar yapıştığı koltuğundan kaldırmaya çalışırken, muhalefetin adayının mezhep yönüyle gündeme gelmesinin Türkiye’de yaratabileceği gerilimleri dile getirmeye gönlüm elvermedi.
Hele hele böyle alçakça ve tekinsiz saldırıların ardından bunlar üzerine söz söylemeyi de çok zor buluyorum.
Ama dürüstçe söylemem gerekirse, çok kaygılanıyorum.
Türkiye’de, Selefi yapılanmaların nasıl derinlere kök saldığını düşündükçe, geçmişin büyük provokasyonları ve katliamları aklıma geldikçe, içim sıkılıyor…
Bu yaraların kaşınmak isteneceğinden korkuyorum…
Ankara’da bir “meczubun” giriştiği bu provokasyonlar, hepimizi düşündürmeli…
Seçim sürecinde, birileri bu yaraları kaşımaya kalktığında nasıl karşı koyacağız?
Muhalefet, karanlık odakların girişebileceği kapkaranlık işler karşısında yekpare bir bütün olarak kalabilir mi?
Ana muhalefet partimiz aniden patlak verebilecek provokasyonlar için, a,b,c planları yapıyor mu?
Gönül ister ki, seçime kadar zaman duru bir su gibi akıp gitse…
Ama hırçın dalgaların içine girersek eğer, hazırlıksız yakalanmayalım…