Charlie Chaplin’in 1940 yapımı Büyük Diktatör (The Great Dictator) filmi muazzam bir başarı örneğidir. Filmin senaryosunu Chaplin bizzat kendisi yazdı; kendisi yönetti ve ‘Büyük Diktatör’ Hitler’i de bizzat kendisi canlandırdı. Hitler’i o kadar iyi canlandırdı ki, sonradan şaka yollu olarak kim kimi taklit ediyor acaba diye soranlar oldu.
Chaplin’in, faşizmi, kişiye tapınmayı, kişinin kendine tapınmasını bu kadar derinden kavrayıp, aktarabilmesi, sanatçının muazzam zekâsını da aşan başka bazı dinamiklere de işaret ediyor olabilir miydi?
Chaplin’in eşi Mildred Harris’in 1920 yılında açtığı boşanma davasına baktığınızda büyük oyuncunun kendisinin de evde zalim bir diktatör olduğunu görüyorsunuz. Davayı açtığında 19 yaşında olan Harris, mahkeme önünde dünyanın tanıdığından çok farklı bir Chaplin portresi çiziyordu. Sürekli olarak eşini ihmal eden, kötü davranan, haftalarca eve uğramayan, uğradığında da dilinden zehir damlayan bir adamdan söz ediyordu Harris. Kocası onu neredeyse oturuşundan kalkışına, kullandığı kelimelere kadar her şeyiyle eleştiriyor, Amerika’nın en zengin adamlarından birisi olmasına rağmen, eşini beş parasız bırakıp cezalandırıyordu. Harris’in misafirleri eve gelemezdi. Evden çıktığı nadir zamanlarda Chaplin’in peşine taktığı hafiyeler tarafından takip ediliyordu. Karısını cahil bulan Chaplin eşini karşısına oturtup ona zorla, sıkıcı kitap paragrafları okuyordu. Mahkeme bütün bunları dinledikten sonra çifti boşadı ve Harris’in maruz kaldığı ‘psikolojik zulmü’ göz önüne alarak yüklü bir tazminata hükmetti. Harris, “Milyonları güldüren Chaplin bana sadece göz yaşları armağan etti” dedi duruşmanın ardından.
Pek çok insan, zulme karşı çıktığında, liderlerin otoriter eğilimlerini eleştirdiklerinde ‘özgürlükçü’ oluverdiklerini zanneder. Onların kendi evlerinde, örgütlerinde, cemaatlerinde ne yaptıklarını, kendi küçük iktidarlarını nasıl kullandıklarını bilmiyoruz. Chaplin örneğinde gördüğümüz gibi, bazen diktatörlerin en başarılı eleştirmenleri kendileri de ruhlarının en derinlerinde küçük birer diktatör taşıyan kişilerdir; tam da o küçük diktatör nedeniyle, ‘Büyük Diktatör’ü çok iyi anlıyor olabilirler.
Hayat zarları farklı şekilde atsa belki de Chaplin dünyayı inleten bir diktatör, Hitler de onun ruh halini anlatan bir sanatçı olabilirdi. Güzel Sanatlar Akademisi Hitler’in başvurusunu kabul etse, belki de Hitler bir ressam olacak ve o da başka diktatörlerin resimlerini muazzam bir başarıyla çizecekti.
Gündelik hayattaki küçük “iktidar” çatışmalarına bakarsanız, oralarda büyük birer diktatör potansiyeli görebilirsiniz. Küçücük iktidarları kullanırken başları dönen insanları gözlemleyin; onların ellerindeki gücü milyonla çarpın ve büyük iktidar sahibi olsalar neler yapabileceklerini hayal edin.
Siyasetçilerin iktidar denen zehirli iksiri içtiklerinde nasıl çarpıldıklarını görmek daha kolay. Çünkü onların yaptıkları herkesin gözleri önünde cereyan ediyor. Ellerindeki muazzam gücü her kullandıklarında, masallardan fırlamış bir devin elini kolunu her kıpırdatışında etrafındaki her şeyi hallaç pamuğu gibi atmasına benzer şekilde, onların bütün hareketlerini ve sonuçlarını hepimiz hissediyoruz. Ama etrafınıza dikkatli bir şekilde bakarsanız eğer, her yerde küçük veya büyük iktidar ilişkileri görebilirsiniz. Bütün bu ilişkiler içinde, hırstan gözlerini kısmış, çeneleri birbirine kenetlenmiş insanlar görürsünüz. Sivil toplumda, iş yerinde, ailede, az ya da çok iktidarın olduğu her yerde. Büyük iktidarı eleştiren, hırsla bağırıp çağıran, bu insanların aynı zamanda bir ellerinin boğazınızı sıktığını hissedebilirsiniz.
Büyük diktatörler, etrafınızda gördüğünüz, küçük insanların büyük iktidarlara kavuşmuş hallerinden başkaları değil aslında…Ve onların büyük çoğunluğu da Chaplin’deki zeka ve yetenek ışıltısının zerresine bile sahip değiller…Küçük dünyalarında, büyük hırslarla küçük iktidarların peşinde koşuyorlar, ellerine iktidarın büyüğü geçtiğinde de herkese kan kusturuyorlar…
Teşekkürler..
“Şirketlerde” ne kadar demokrasi var?
Hiç yok………
Patron ( diktatör ) emreder sen yaparsın.
Patronun ( diktatörün ) emirlerine karşı çıkarsan işten atılırsın.
Diktatörün emirlerini yerine getirmeyenlerin “vatandaşlıktan çıkartıldığı” ülkeler gibidir şirketler.
Bunu gözardı eden / edebilen “Liberalizm” hiç tartışmasız “tam bir zırvalıktır”.