Üzerinde bulunduğunuz geminin batmak üzere olduğunu düşünüyorsanız, geminin yelkeniyle, kamaralarıyla veya başka bir teferruatıyla uğraşmazsınız değil mi?
Böyle bir durumda bütün dikkatinizi, enerjinizi geminin batmaması için harcarsınız.
Delik neredeyse orayı kapatmaya çalışırsınız.
Muhalefete bakarsanız Türkiye batıyor.
Türkiye’nin bir tek adam rejimiyle yönetildiğini söylüyorlar.
Otoriter bir rejim olduğunu söylüyorlar.
Türkiye’de bütün kurumlar yok edildi diyorlar.
Yaşadığımız ekonomik sorunlarla rejimin otoriter niteliği arasında paralellikler kuruyorlar.
Eğer bütün bunlar doğruysa, Türkiye’nin önünde bir kader seçimi var demektir.
Yani, ya Türkiye önümüzdeki seçimde bu otoriter rejimden kurtulacak veya artık geriye dönüşü olmayan bir yola girecek.
Eğer bu da doğruysa, buna gerçekten inanıyorsanız, birinci önceliğiniz ne olur?
Geminin batmamasını sağlamaya, rejimin otoriterleşmesinin geriye dönüşü olmayan bir aşamaya gelmesini önlemeye çalışırsınız, değil mi?
Yani seçimi mutlaka ama mutlak kazanmak istersiniz.
Önümüzdeki seçimi, bu şekilde bir ölüm kalım meselesi olarak görüyorsanız eğer, sonuçlara ilişkin kumar oynar mıydınız?
Örneğin, seçimi kazanması neredeyse garanti olan adaylar varken, onların yerine, daha zayıf, kazanma ihtimali bıçak sırtında olan bir adayla seçime girer miydiniz?
Bugün Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyenler bize bunu yapmayı telkin ediyorlar.
Her biri birbirinden saçma gerekçelerle, önümüzdeki seçimin ülkenin kaderini belirleyeceğini gözden kaçırıp, başka detaylarla ilgilenmemizi telkin ediyorlar.
Bakın mesela diyorlar ki, İstanbul büyükşehir belediye başkanı istifa ederse, İstanbul AKP’ye geçermiş!
Siz seçimi kaybettiğinizde İstanbul’da hala belediye başkanlığı yapabileceğinizi mi zannediyorsunuz?
Yarımşar sayfalık Sulh Ceza hakimliği kararlarıyla elinizdeki bütün belediyeleri kaybedeceğinizi göremiyor musunuz gerçekten?
Bütün o konuşmalarınızı dinlediğimde, sözlerinizden yansıyan “aciliyet” duygusuyla, davranışlarınız arasında muazzam bir çelişki olduğunu düşünüyorum.
Önümüzdeki seçimi tekrar bu iktidar kazanırsa, şu andaki kadar bile bir demokrasinin kalacağını düşünüyor musunuz gerçekten?
Şu andaki kadar bile bir ifade özgürlüğü olacak mı?
Şu andaki kadar rahat siyaset yapabileceğinizi düşünüyor musunuz?
Ülkenin içinde bulunduğunu söylediğiniz enkaz durumuyla, ürettiğiniz çözümler arasında da büyük çelişkiler var.
Ülkedeki bütün kurumlar, bir tek adam rejimine teslim olmuşsa gerçekten, siz iktidara geldiniz diye bir gecede bütün bunlar değişecek mi?
Örneğin büyük bir süratle yargı reformu yapmadan kendinizi güvende hissedebilecek misiniz?
Şu andaki yargı, ilk seçim şokunu atlattıktan sonra, ellerindeki muazzam yetkileri kullanarak sizi alaşağı etmeye çalışmayacak mı?
Önümüzdeki seçimleri küçük bir farkla kazandığınızda (ki Kılıçdaroğlu’nun adaylığı durumunda en iyi ihtimal budur), iktidarın hemen, kolayından size teslim edileceğini düşünüyor musunuz gerçekten?
Yoksa İstanbul seçimlerinin sonrasındakinin bin beteri bir dirençle mi karşılaşırız?
Bu kadar çok şeyin risk altında olduğu bir seçimde muhalefet kumar oynayabilir mi?
Ülkedeki tahribat söylediğiniz kadar büyükse eğer, iki üç yıl bile olsa, ciddi yetkiler kullanacak, toplumdan büyük bir destek alacak bir lidere ihtiyaç yok mu?
Parlamenter sisteme geçildiğinde benim Cumhurbaşkanı adayım da Kılıçdaroğlu.
Harika bir aday olduğunu düşünüyorum.
Ama şimdi, açık ara kazanacak ve seçim sonrası oluşacak tehlikeleri kararlılıkla aşacak bir lidere ihtiyaç var.
Bir süre, şu andaki Cumhurbaşkanlığı yetkileri kullanılmak zorunda.
Bu adayın Türkiye’nin önüne çıkıp, “Üç yılda bütün sorunları çözeceğim ve Türkiye’yi parlamenter sisteme geçireceğim.” diye taahhütte bulunması çok mu zor?
Benden size tavsiye:
Seçimi kazanmayı en yakıcı mesele olarak görmeyen hiç kimsenin hiçbir çözüm önerisine inanmayın!