Bir Japon efsanesine göre imparatorun gücünün üç kaynağı vardır.
Bunlardan ilki kılıcın gücüdür. Kılıç askerî gücü simgeler.
İkinci güç kaynağı mücevherdir. Bu paranın gücünü temsil eder. İktidarın hazinesinde ne kadar para varsa maddi olarak o kadar güçlüdür.
Gücün üçüncü kaynağı kulağa ilk seferinde tuhaf gelebilir ama “ayna”dır.
Ve bu Japon efsanesine göre ayna gücün en önemli kaynağıdır.
Ayna, iktidardaki kişilerin kendilerine ilişkin öz bilgilerini temsil eder.
Bu efsaneye göre, kişi ne kadar keskin kılıca ne kadar çok mücevhere sahip olursa olsun, kendine ilişkin öz bilgisi eksikse, onun güçlü olduğundan söz edilemez.
Bu Japon efsanesinin prizmasından AKP iktidarına baktığımızda ne görüyoruz?
İşin askerî güç tarafını geçiyorum.
İktidarın mücevheri var mı?
Merkez Bankasının karşılıksız bir şekilde para basmasını, kamunun habire borçlanmasını bir güç olarak görürseniz, gücü var dersiniz.
Peki Japon efsanesinin gücün en büyük kaynağı olarak gördüğü aynaya ne dersiniz?
Bu iktidarın bir aynası var mı?
Kendine ilişkin gerçek bir öz bilgisi var mı?
Kendini gerçek bir aynada görebiliyor mu?
Aslında bu son güç kaynağına sahip olmaması nedeniyledir ki, mücevherleri hızla eriyip gidiyor.
Bir aynası olmaması, kendini samimi bir şekilde görmesini engelliyor; kendini öz gerçekliği içinde göremediği için, ülkeyi demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti standartları konusunda nereye getirdiğini bir türlü göremiyor.
Esasen, dışarıdan bakan bütün objektif gözlemcilerin de söyleyeceği gibi, bu ayna yokluğuyla, ekonominin içinde bulunduğu durum arasında bire bir ilişki var.
Demokrasi ve hukukun sürekli erozyona uğraması yatırımı, sıcak parayı Türkiye’den kaçırıyor.
Bugünlerde bu ayna ile hazine arasındaki ilişkiyi topluma en başarılı şekilde anlatan figürlerin başında Ali Babacan geliyor.
Babacan, açıklamalarında Daron Acemoğlu’nun demokrasi ile iyi ekonomi arasındaki ilişkileri açıklayan Dar Koridor kitabına da sıklıkla atıfta bulunuyor.
Demokrasinin, hukuk devletinin olmadığı yerde refahın da olmadığını söylüyor Babacan.
Yani bugün AK Parti iktidarına bir ayna tutuyor.
Fakat, sanırım benim gibi pek çok insan elimizde olmaksızın bu aynayı neden daha önce tutmadığını sormadan edemiyoruz.
Babacan’a neden kendisi de içindeyken AK Parti’nin hatalı icraatlarını eleştirmediği sorulduğunda, mealen, sonuna kadar dayandığını, sabrettiğini söylüyor.
Fakat şunu öğrenemiyoruz bir türlü: Babacan, iktidarın kendisine ters düşen işleri karşısında sabır gösterirken, aynı zamanda eleştirilerini, kapalı kapılar ardında bile olsa Erdoğan’a ve çevresindekilere yöneltmiş midir?
Bugün sıklıkla Babacan’dan özeleştiri yapması isteniyor.
Bu özeleştiri isteyenlerin bir kısmı hayatta öyle bir eleştirinin kenarına bile yaklaşamamış kişiler.
Ben öyle bir özeleştiri istemiyorum.
Ben kendi adıma, kapalı kapılar ardında olup bitenleri öğrenmek istiyorum.
Ve bunun bütün Türkiye’nin de hakkı olduğunu düşünüyorum.
Çünkü, ekonomi kötüye gittikçe, Deva’nın ve onun lideri Babacan’ın yıldızının daha da parlayacağını sanıyorum.
Yarın Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olmak isteyenlerin, dün kritik kavşaklar geçilirken neler yaptığını bilmemiz çok önemli.
Sayın Erdoğan da muhalefetteyken ve daha sonra da vesayet güçlerini yenilgiye uğratıncaya kadar “demokrattı”. Ama tam olarak gücü eline geçirdiğinde neler olduğunu biliyoruz.
Yıllardır demokrasi, hukuk, özgürlük istediğini söyleyen muhafazakâr ve İslamcı çevrelerin iktidar iksirini içince nasıl bir dönüşüme uğradıklarını gördük.
Şimdi asla iktidardan gitmek istemiyorlar. Ve bunun için de her şeyi yapabilecek gibi duruyorlar.
Ama paradoks da tam burada işte; sonsuz iktidar isteği bu iktidarın sonunu hazırlıyor.
Sertleştikçe, rıza yerine güce yaslandıkça, zayıflıyor bu iktidar.
Muhafazakârların içinde nispeten daha akıllı bir grup, bu olup bitenleri görüyor.
Mevcut iktidarın her şeyi kontrol etme arzusunun, bir gün her şeyin kaybedilmesiyle sonuçlanabileceğini biliyorlar.
Çok uzun yıllar sürebilecek muhafazakâr hegemonya, bu sertlik ve esneklik yoksunluğu nedeniyle kısa bir süre sonra sona erebilir.
Babacan ve hareketine ilişkin soru tam da burada devreye giriyor.
Onlar demokrasiyi mi, yoksa muhafazakâr hegemonyayı mı restore etmek istiyorlar?
Demokrasinin yolunu açmak için AK Parti’yi iktidardan indirmeyi mi, yoksa muhafazakâr hegemonyanın devamı için AKP 2.0’ı mı getirmek istiyorlar?
İşte tam da bunları anlamak için, bugün şapka çıkarılacak düzeyde demokrasi savunusu yapan Babacan’ın, AK Parti’nin kapalı kapılarının ardında ne yaptığını öğrenmemiz gerekiyor?
Bugün AK Parti’ye tuttuğu aynanın, o gün küçücük bir parçasını olsun tutmuş muydu?