Zaman sonsuz bir nehir gibi akıp gidiyor.
Bu nehirde insanların hayatları o kadar kısa ki!
Dünyanın milyarlarca yıllık tarihi içinde, biz insanların hayatları, bir günde doğup ölen su sineklerinin yaşamı kadar ancak sürüyor.
Ezelden beri varmış gibi algıladığımız dinler, ideolojiler bile çok gençler henüz.
Zaman algısını bu kadar geniş tutunca, bu yazının, 14 Mayıs’tan sonra ne olacağıyla ilgili olmadığını anlamışsınızdır.
Ben, seçimde ne olacağından bağımsız olarak AKP’nin devrinin çoktan kapandığını düşünüyorum.
Sayın Erdoğan, son dakikada şapkasından kocaman tavşanlar çıkarsa bile durum böyle.
Önümüzdeki seçimi kazansalar bile, artık misyonunu tamamlamış, Türkiye’ye, Dünya’ya anlatacağı yeni bir hikayesi olmayan bir parti ile karşı karşıyayız.
AKP’liler Türkiye’deki misyonlarını hep aynı metafora referansla açıkladılar: “Bir parantezi kapatacağız”.
Buna göre, Türkiye’de Cumhuriyet açık kalmış bir parantezdi ve AKP bu parantezi kapatarak kendi yoluna devam edecekti.
Aslında görmedikleri kendilerinin Siyasal İslam içinde bir parantez olduğuydu ve işte o parantez de çoktan kapanıp gidiyor.
Sadece kendi parantezlerini kapatmakla kalmadılar, çok acı ama bütün Müslüman dünya bakımından da nasıl gelişeceği merakla beklenen bir hikâyeyi ellerine yüzlerine bulaştırarak sonuna getiriyorlar.
AKP iktidara geldikten sonra, dünyanın cevabını merak ettiği soru, Siyasal İslam’la demokrasinin bir şekilde bir araya gelip gelemeyeceğiydi.
AKP’nin ilk yılları bu anlamda umut yılları oldu diyebiliriz.
Müslüman bir ülkede siyasal İslamcılar seçimle işbaşına geldiler.
Ve herkese daha çok özgürlük vaat ettiler.
Güçlerini perçinlemek, “eski rejimi” geriletmek için müttefiklere ihtiyaçları vardı.
İşte o dönemde, AB ipine sarıldılar ve pek çok reforma imza attılar.
Ama hikâyenin sonrasını biliyoruz.
Kimileri Gülencilerin iktidarın altını oyma çabalarını, 15 Temmuz başarısız darbe girişimini AKP’nin otoriterleşmesinin sebebi olarak görüyor.
Hâlbuki ki sayın Erdoğan’ın oldukça veciz şekilde belirttiği gibi, darbe girişimi, istenilen rejimin kurulabilmesi için “Tanrının bir lütfuydu”.
Nitekim, rejim büyük bir hızla otoriterleşti.
Ve önümüzdeki seçimi bir şekilde kazanırlarsa, bugünkü hak ve özgürlükler düzeyini bile mumla arayabiliriz.
Ama önümüzdeki seçimi kazansalar bile AKP ve ideolojisi çoktan yenildi.
Siyasal İslam ve demokrasinin birlikte var olamayacağını bütün dünyaya göstererek devasa bir parantezi kapattılar.
Shadi Hamid 2014 yılında yayınladığı “Temptations of Power: Islamists and Illiberal Democracy in a New Middle East” isimli kitabında (“İktidarın baştan çıkarıcılığı: Yeni Ortadoğu’da İslamcılar ve Özgürlükçü Olmayan Demokrasi” diye çevirebiliriz) Siyasal İslamcıların iktidarda bulunduğu ülkelerde batılı manada özgürlükçü bir demokrasinin kurulmasının mümkün olmadığını anlatır. Ona göre Siyasal İslamcılar sadece muhalefetteyken demokrattırlar. Ama iktidara geldikleri anda kadın haklarını kısıtlamaktan, alkol yasaklarına kadar bir dizi dayatmayı getirmeleri kaçınılmazdır.
Hamid’in kitabına ve konuşmalarına baktığınızda oryantalist ve doğuya tepeden bakan bir tonu asla göremezsiniz. Aksine, bütün dünyaya, İslam ve özgürlükçü demokrasinin neden bir arada olamayacağını, kendisi de doğulu birisi olarak, içeriden anlatır.
Ona göre, bu bir gerçekliktir ve batı bu gerçekliği kabul etmelidir.
Muhtemelen Hamid kendi tezinin doğrulanıp doğrulanmadığını anlamak için de bu deneyin gerçekleştiği son ülkeye, Türkiye’ye de çok bakmıştır.
Türkiye’nin de onun tezini doğruladığına hiç şüphe yok.
20 küsur yıllık iktidarından sonra AKP demokrasiyi basit bir sandık oyununa dönüştürmedi mi?
Hukuk devletinden, basın özgürlüğünden, kuvvetler ayrılığından geriye ne kaldı?
Ülkenin geçmişinde neyi eleştirdiyseler, beterini kendileri yapmadı mı?
AKP bütün İslam aleminde demokrasiye, Batı’ya en yakın bir ülkede iktidara geldi ve ilk olarak iktidarını perçinlemek için verdiği tüm hakları bir met cezir dalgasının çabukluğuyla geri aldı.
Bütün dünyaya verdikleri net mesaj siyasal İslamcıların iktidarda olduğu hiçbir ülkede özgürlükçü bir demokrasinin asla yeşeremeyeceğidir. Bu anlamda küresel ölçekte Siyasal İslam’ın hikayesinin sonunu onlar yazdı. Bir parantezi kapattılar.
Türkiye’ye gelince, devleti gittikçe daha fazla dinle çevrelerken toplumu farkında olmadan sekülerleştirdiler.
Türkiye’de AKP gelmeden önce ve sonra kendini dindar olarak tanımlayanların oranlarına; kendisini ateist olarak görenlerin istatistiklerine bakın. Evlenme ve boşanma oranlarını gözden geçirin. Bütün bir tabloya baktığınızda toplumun, sanıldığının aksine dindarlaşmadığını, sekülerleştiğini görürsünüz.
Peki ne kalacak AKP’den geriye?
Yaptıkları havaalanları mı, yollar mı, insansız hava araçları mı?
Bir ideoloji partisinin mirası bunlar olabilir mi?
Bütün hikâye bittiğinde, toplumda bırakacakları anılar nelerdir?
Ben açık bir şekilde söyleyeyim: Tamamen şekle indirgenmiş bir din anlayışı; dünya nimetleriyle gözü dönmüş siyasetçiler, mütemadiyen toplumun farklı kesimlerinin birbirlerine karşı kışkırtılması; bütün hak ve özgürlüklerin ayaklar altında çiğnenmesi…
İşte bunlar hatırlanacak….
Kendileri henüz farkında değiller ama ne Türkiye’yi istedikleri yönde değiştirebildiler ne de dünyaya, bilindik İslamcı hikayesinden başka bir şey anlatabildiler.
Aslında küresel anlamda bambaşka bir rol oynayabilirlerdi.
Müslüman bir ülkede siyasal İslamcılar iktidara geldiğinde de demokrasinin yeşereceğini gösterebilirlerdi.
Ama tam tersine, İslamcıların iktidarda olduğu bir ülkede demokrasinin olamayacağını ve bunun hiçbir istisnasının da olmadığını dünyaya gösterdiler.
Türkiye’ye de herkesin kafasına dindar olmanın, dürüst, hakkaniyetli ve tok gözlü olmak anlamına gelmediğini şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde kazıdılar.
AKP’den geriye işte bunlar kalacak…