İnsanlar vardır, onları sevimli, çekici kılan ne varsa, hepsini de bir kusur olarak görürler kendilerinde…
Hâlbuki onlar o çelişkileriyle, o “tuhaflıklarıyla” çok güzel ve çekicidirler.
* * *
Bir tek kendileri göremezler bu güzelliği; hayat boyu, kendilerini yontup, yük olarak gördükleri bu güzellikleri kendilerinden uzaklaştırmaya çalışırlar.
Hayatlarının bir noktasında yaralanmışlardır çünkü…
O yara, o zayıflık duygusu, o çaresizlik hissi, onları renkli kılan her şeyi bir yük, bir zaaf, bir çıban gibi görmelerine yol açar…
* * *
Bütün o “çelişkilerden” kurtulabilirlerse, mutlu olacaklarına inanırlar…
Onlara göre mutluluk, onları “renkli” kılan bütün özelliklerinin baskı altına alınmasına, ses geçirmez duvarların arkasına hapsedilmesine bağlıdır…
* * *
Ben Türkiye’yi de böyle bir birey gibi görüyorum.
Bu ülkeyi korkunç çekici kılan renkleri, çelişkileri, farklılıkları, atılması gereken bir yük gibi görünüyor gözümüze…
* * *
O kadar çok insan, herkes kendilerine benzerse mutlu olacağına inanıyor ki…
Doyumsuz bir lezzet alıp, hayatlarımızı zenginleştirecek farklılıklarımız, hayatı çekilmez kılan büyük bir eziyete dönüşüyorlar…
Türkiye’de yapılan neredeyse bütün anketlerde insanların, başka dinden, başka ırktan, farklı cinsel yönelimden biriyle aynı apartmanı paylaşmak istemediğini görüyoruz.
Farklı olandan ölesiye korkuyor bu ülkenin insanları; sadece kendisine benzer insanlarla birlikte yaşamak istiyor.
Kimliklerimiz öyle kırılgan ki, farklı olan, o kimliği tehdit eden bir düşmana dönüşüveriyor hemen…
“Öteki” hayatlarımızı zenginleştiren bir renk, bir zenginlik olmaktan çıkıp ürpertici bir tehdit gibi algılanıyor.
Bizimkine benzemeyen her ibadet yeri, her mimari, her giyim biçimi, her yaşam, bizi yok edecek karanlık güçlerin ardına saklandığı bir siper haline geliyor.
Her yerde bir benzerimizi gördüğümüzde huzur bulabiliyoruz sadece…
* * *
Bu ülkenin farklılıkları, zenginlikleri, bizim gözümüzde utanılacak zaaflara dönüşüyor.
Neredeyse, üzerinde durduğumuz muazzam zenginlikten hicap duyuyoruz.
Devasa bir kavimler, dinler, diller, mezhepler, ırklar ve kültürler kubbesi olan bu ülkede, bütün bu zenginliği bir yük gibi taşıyoruz üzerimizde…
* * *
Kendi güzelliğinden yaralanmış bir ülke burası…
Devayı hep bu zenginliğin inkârında arıyoruz…
* * *
Bu ülkeyi bu kadar güzel kılanın bu kadar çok farklılık içermesi olduğunu göremiyoruz bir türlü.
Herkes bize benzesin, bizim gibi konuşsun, bizim gibi hissetsin istiyoruz.
Herkesin o kadar birbirine benzemesinin kurak bir hayat, renksiz bir dünya olduğunu göremiyoruz.
Farklı olanı bir tehdit olarak görüyoruz.
***
Güneşli bir pazar günü yazıyorum bu yazıyı.
Sonbaharın hüzünlü güzelliğine dalıp gidiyorum.
İçimden bir dilek tutuyorum.
Bu ülkenin kendi güzelliklerinden yaralanmadığı; farklılıklarından gönenç duyduğu bir gelecek diliyorum.
Çocuklarım öyle bir ülkede yaşasınlar istiyorum…