Apaçık ortada duran bir şeyi, açıklamaya ya da ispatlamaya kalkmak insanı aptal birisi gibi gösterebilir.
Çünkü sözünü ettiğiniz şey bir heyula gibi, herkesin gözünün içine batacak bir biçimde ortada durmaktadır.
Onun varlığını ispat etmeye çalışmanız, hele hele bu konu sizin meslek alanınız içindeyse, kavrayışınıza, yeteneklerinize, becerilerinize ilişkin derin bir şüphe uyandırabilir.
***
Benim gibi, meslekten bir hukukçu için de, Türkiye’de yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı meselesini tartışmak böylesi bir tehlikeyi içinde barındırıyor.
Sorun, ideolojik olarak kör olmayan veya bir şekilde mevcut durumdan memnun olmayan herkes için apaçık bir şekilde ortada duruyor.
Türkiye’de yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı tuzla buz olmuş durumda…
Evet bu konuda her zaman sorun vardı ama şu anda artık hepimizin üzerine yıkılmış bir enkazdan söz ediyoruz.
***
Sorulması gereken soru Türkiye’de bağımsız ve tarafsız bir yargının olup olmadığı değildir; içinde bulunduğumuz durumda, anlamlı bir şekilde sorulabilecek tek soru, Türkiye’nin bu enkazın altından nasıl kalkacağıdır.
Nasıl olup da Türkiye’de bir gün gerçekten tarafsız ve bağımsız bir yargı oluşturulabilecek?
İlk önce, bunu talep eden aktörlerin olması gerekiyor.
İşte bu açıdan, uzun zamandan sonra, ortaya çıkan ilk umut verici işaret baroların yeni adlî yılın açılışı için Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde yapılacak olan toplantıya katılmayı reddetmeleri oldu.
İlk önce İzmir Barosu, ardından Ankara, İstanbul ve (bu yazının yazıldığı an itibariyle) toplamda 41 baro kamuoyuna yaptıkları açıklamalarla bu toplantıya katılmayacaklarını duyurdular.
Toplantıyı düzenleyen Yargıtay’a, Külliye’de yapılacak bir toplantıya “siz de katılmayın” dediler.
***
Yargıtay’ın baroların bu açıklamalarına binaen yaptığı basın açıklaması, sorunun tam olarak ne olduğunu o kadar iyi anlatıyor ki…
Şöyle diyor Yargıtay başkanlığı “150 yıllık köklü bir kurum olan Yargıtay’ın iletişim stratejisi, yargıya ilişkin sorunların şeffaf ve önyargısız ortamlarda tartışılmasını öngörmektedir.”
Yargıtay’ın sözünü ettiği şeffaf ve önyargısız ortam, Cumhurbaşkanlığı külliyesi oluyor.
Burada da, aynen Türkiye’de yargının tarafsız ve bağımsızlığı gibi, bu “şeffaf ve önyargısız” ortamın, söylendiği gibi olmadığını tartışmak da, tartışmacıyı zekâ ve idrak yoksunu gösterebilir.
Yargıtay, Cumhurbaşkanlığı külliyesini, yargının sorunlarının tartışılacağı “şeffaf ve önyargısız” bir ortam olarak tanımladığında, onunla Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerine bir konuşmanın da mümkün olmadığını anlıyorsunuz.
Çünkü sorunlar ancak onların var olduğunu kabul eden insanlarla konuşulabilir.
***
Türkiye’de bugün en büyük sorun, yargının yürütmenin muazzam bir şekilde etkisi altında bulunmasıyken, Yargıtay bize, bu sorunların tartışılacağı yerin adresini yürütmenin en tepesinin egemenlik alanı olarak gösteriyor.
Sanırım, Yargıtay’a, Türkiye’nin hukukun üstünlüğü endeksinde 2019 yılı itibariyle 126 ülke arasında 109. sırada olduğunu söylemenin bir faydası olmayacaktır (1).
Ama belki de SODEV’in yakın zamanda yaptığı bir araştırmanın sonuçları, adli yıl açılışının
Külliye’de yapılmasının neden iyi bir fikir olmadığı üzerine düşündürebilir.
Türkiye’de yargının bağımsız olduğuna inanıyor musunuz diye sorulduğunda bu soruya evet diyenler yüzde 34 iken, bağımsız olduğuna inanmıyorum diyenlerin oranı yüzde 48.5 çıkmış.
Aslında başka bir soruya verilen cevaplar, adalete olan inancın nasıl yerlerde süründüğünü gösteriyor.
“Sizce Türkiye’de makam/mevkî sahibi biri ile sıradan vatandaş mahkemelik olsa eşit koşullarda yargılanır mı” diye sorulduğunda, yüzde 79’u “hayır yargılanmaz” cevabı vermiş. Buna, kararsız kalan yüzde 3.7 yi de eklediğinizde ortaya korkunç bir rakam çıkıyor (2).
***
Bu ülkenin insanlarının yüzde 80’den fazlası, arkası güçlü biriyle bir mahkemede karşı karşıya geldiklerinde kesin olarak o davayı kaybedeceklerine inanıyorlar.
Türkiye’de hiç kimse bizim karşımıza çıkıp bu kanının yanlış olduğunu söyleyebilir mi?
Türkiye’de herkes yargının önünde eşit midir?
Örneğin Cumhurbaşkanı veya yakınları tarafından açılan bir tazminat davasının sıradan bir kişinin açtığı bir dava gibi ele alınabileceğini inanarak söyleyebilecek bir kişi var mıdır?
Türkiye’de bugün muktedirlere karşı bir ceza soruşturması yürütülebilir mi?
İktidar çevresinden herhangi bir kişi, herhangi bir suç nedeniyle yargılanabilir mi?
Ya da soruyu tersinden soralım, iktidarın tepelerinden hedef alınan bir kişi, adil bit şekilde yargılanabilir mi?
Bu soruların yanıtlarını elbette bu ülkede yaşayan herkes biliyor…
***
Ayrım, sorunun cevaplarını bilenlerle bilmeyenler arasında değil. Farklılık, bunları doğal karşılayıp karşılamama noktasında…
Bütün bu sorunların kökeninde, muhayyel bir “millî iradenin” yargının da üzerinde olması gerektiğini ileri süren bir dünya görüşü var.
Buna göre, millî irade, halkın seçtiği kişide tecessüm ediyor ve işte bu iradeye dayanarak o her şeyin, her kuralın üzerinde yer alıyor…
Bunu doğal karşılayanlarla, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin herhangi bir şey konuşulabilir mi?
***
İlk önce, ortada bir sorun olduğunu kabul edeceksiniz ki, ondan sonra yargının durumunu konuşabileceğiz…
Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun üyelerinin tamamının Cumhurbaşkanı ve Meclis tarafından seçilmesinin nasıl sakıncalar yarattığını ve nasıl değiştirilebileceğini tartışacağız.
Sulh Ceza Hâkimliklerinin nasıl kapalı bir sistem yarattığını, bu hakimlikler kaldırılmadan Türkiye’de ceza hukuku alanında bir normalleşme meydana gelmesinin mümkün olmadığını konuşacağız.
Ama sorunları konuşacağımız kişilerin de ilk olarak ortada bir sorun olduğunu kabul etmesi gerekiyor.
Yargının sorunlarını Yürütmenin kalbinin attığı yerde konuşalım diyenler, ortada bir sorun görmediklerini söylüyorlar bizlere…
Barolar da, böyle bir konuşmayı reddediyor; bu toplantıya katılmayarak, sorunun tam da ne olduğunu herkesin gözlerinin önüne seriyor.
(1) http://data.worldjusticeproject.org/#/groups/TUR
(2) http://sodev.org.tr/yargi-bagimsizligi.pdf